İNSAN SURESİ(1. BÖLÜM)

Selamünaleyküm arkadaşlar. Bugünkü dersimizde İnsan Suresi’ni öğreneceğiz. İnsan olmanın gereğini anlatan bir suredir. İnsan Suresi, insan nasıl olunur bize onu öğretir. Yani bu sureye bakmayan insan, insan olmanın gerekliliğini bilemez, ona göre davranamaz ki insan olsun.

Evet, sureye başlıyoruz:

Euzü billahi mineşşeytanirracim

Bismillahirrahmanirrahim

(1)İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.

Rabbimiz burada bizim düşünmemizi istiyor. Bu “hel” soru edatı ayetlerde genelde tasdik etme, yani onaylama anlamında, olumlu cümlelerde kullanılıyor. Örnek veriyorum, birisine bu soru edatı ile başlayan cümle kursak, “Sana kalem vermedim mi?” diye karşı tarafa sorsak, karşı taraf ne der? “Evet” der, “kalem verdin” bu şekilde onaylar.

Bu ayette de Rabbimizin insana henüz anılmaya değer bir varlık değilken üzerinden çok uzun bir süre geçmedi mi sorusuna, “Evet Rabbimiz, geçti” demeliyiz, onaylamalıyız. Gaybi konu olduğu için de doğrusunu Allah bilir deyip geçmeliyiz.

Bu ayete bakarsak, insan yaratılmadan önce uzun bir zaman geçmiş. Bu dönemde peki Rabbimiz ne yapmış? Yer hazırlamış, yollar döşemiş.

Taha Suresi, 53. Ayet: O ki sizin için yeryüzünü bir beşik yaptı ve onda size yollar açtı ve gökten bir su indirdi. Bu sebeple muhtelif bitkilerden çiftler çıkarmaktadır. Görüyorsunuz, öyle değil mi? Rabbimiz insanı yaratmadan önce ne yapıyor, yeryüzünü döşüyor.

Sonra ne yaptı Rabbimiz? Tabii ki göğü de yarattı.

Bakara Suresi, 22. Ayet: Öyle ki sizin için yeryüzünü bir döşek yaptı, gökyüzünü de bir bina ve sizin için yüzünden bir su indirdi de onunla sizin için değişik ürünlerden rızık çıkardı. Siz de artık bile bile tutup da Allah’a ortaklar koşmayın.

Ayeti görüyorsunuz değil mi? Gökyüzünü de bir bina bizim için Rabbimiz yaptı. Sonra ne oldu? Tabii ki insanı yarattı.

(2)Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.

Rabbimiz bu ayeti okuduğumuzda, insanların hayvanlardan ayırt edici özelliğinin görme ve işitme olduğunu anlamamızı istiyor. “Ama eğer diyorsanız ki işitme ve görme hayvanlarda da var, onlar neden imtihana tabi tutulmuyor?” diye bana bir soru sorarsanız…

İşitme, o duyulan sesin yorumlanması, anlaşılması ve ona göre davranabilmektir. Şu anda siz beni sadece duymuyorsunuz, aynı zamanda işitiyorsunuz. Duyduklarınızı yorumluyor, düşünebiliyorsunuz, çünkü insansınız. Hayvana desem, “Bak bu bahçe başkasının bahçesi, haramdır, orada otlanamazsın” desem, hayvan da duyar, öyle değil mi? Ama yine de o bahçede otlanır. İnsan farklıdır; insan duyar ve yorumlar, ona göre de davranır.

Görme konusuna gelince, görmek de bakmaktan farklıdır. Hayvan da bakar ama insan görür; iyi mi kötü mü, doğru mu yanlış mı görür, ona göre de davranır. Hayvan, komşunun bahçesinin haram olduğunu görür ama ne yapar, yine de otlar orada. 

İnsan, gören ve işiten bir varlık olarak Rabbimiz tarafından yaratılmıştır. Bu özelliklerle de imtihanı başarabilecek, Rabbi tarafından bir seviyeye ulaştırılmıştır. Kimilerinin zannettiği gibi doğan, ölen, sonunda yok olup giden bir varlık değildir. Bitki değil, hayvan değil, bir solucan değildir, böcek değildir. İnsan, Yaradan Rabbi tarafından imtihana tabi tutulan bir varlıktır.

Zariyat Suresi, 56. Ayet:”Ve Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

Bu ayette evet, insanlar Rabbine kulluk etsinler diye yaratıldı, başka bir amacı yok ki bunun. Gören ve işiten insan… Rabbimiz işte bizi böyle gören ve işiten yaparak imtihanı geçmemizi istedi. Gönderdiği Kur’an ile görebilmemiz için ay, yıldız, güneş, dağ, taş, insan, hayvan gibi görsel, yani göze yönelik ayetleri verdi. İşitmemiz için de ayetler verdi Rabbimiz. Demek ki gözle görülüp üzerinde düşünülmesi, anlaşılması gereken ayetler var. Bir de kulak verilip anlaşılması gereken, sonra da davranışa dönüştürülmesi gereken ayetler var.

Görmeyle ilgili ayete bir tane örnek verelim:

Mülk Suresi, 3. Ayette “O yedi göğü birbiri üzerine yarattı. Rahman’ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar döndür, bak, göz aradığı bozukluğu bulmaktan aciz ve bitkin halde sana dönecektir” diye buyuruyor Rabbimiz.

Gökyüzüne baktığımızda Rabbimizin bu ayetlerini görebiliyor muyuz? İşitme ile alakalı bir ayet daha var, bakalım bu işitme ayetlerini duyabilmek için ne yapmamız gerekiyormuş:

Araf Suresi, 204. Ayet:”Kur’an okunduğu zaman da hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki rahmete erdirilirsiniz.”

İşitme ayetlerini duyabilmemiz için Kur’an okunduğu zaman hemen susmamız gerekiyor, onu dinlememiz gerekiyor. Ya Kur’an okunduğu zaman şöyle hesap kitap yapmalar, “İşte akşama ne yemek pişireceğim?”, “Çocuğun beslenmesine ne koyacağım?”, “İşte iş yerinde kime ne diyeceğim?” değil; zihnen, beynen, her şekilde dinlemek gerekiyor, öyle değil mi? Ya da ne yapmak gerekiyor?

Alak Suresi, 1. Ayet

Rabbimizin ilk emri olan “Oku” ayetini yerine getirmemiz gerekiyor.

Peki bunları yapmadık? Rabbimizin kelamını dinlemedik, okumadık. Çevremizdeki görsel olan ayetlere dikkat etmedik, yani işitmez ve görmezsek ne olur?

Tin Suresi, 4. Ayet

“Biz İnsanı en güzel biçimde yarattık” ayetindeki gibi insan olamayız.

Araf Suresi, 179. Ayet

Hayvanlardan daha aşağı durumuna uyan insan oluruz. “Yemin olsun ki cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, bu kalplerle gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler, ibret almazlar. Kulakları vardır, onlarla nasihat dinlemezler. İşte bunlar hayvanlar gibidir, doğrusu daha sapık ve şaşkındır. Gafil olanlar da işte bunlardır.”

Rabbimiz ne diyor? “Bunlar hayvanlar gibidir” diyor. Bir de işitmediği halde işittik diyenler var. Bunlar yeryüzündeki canlıların en kötüsüdür. Kur’an’ı duyup da dinleyip de uygulamaya bile gerek görmeyenler:

Enfal Suresi, 21. Ayet: “Ve işitmediği halde işittik diyenler gibi olmayın. Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü, gerçeği akıllarına koymayan o sağır ve dilsizlerdir.”

Canlıların en kötüsü o oluyor. Bizler de işittiğimiz halde, dinlediğimiz halde işitmeyen gibi, sağırlar gibi olmayalım. Ayetleri konuşmaktan aciz dilsizler gibi olmayalım. Bunu yapmayalım, yoksa yaşayan canlıların en kötüsü oluruz. Tin Suresi 4. Ayet’teki gibi “Biz İnsanı en güzel biçimde yarattık” ayetinden olmayız. Lütfen işitelim ve görelim.

Rabbimiz bize rahmetinden dolayı, merhametinden dolayı dünya denilen bu imtihan salonunu insana başarılı olsun diye binlerce görsel ayetlerle donatmış; güneş, ay, yıldız, çiçek gibi. Bir de işitsel ayetlerin olduğu şu Kur’an’ı da bize göndermiştir. Ama bunca emeğe rağmen insan, Rabbini gereğiyle tanımayarak, emirlerine uymayarak Rabbine düşman olmuştur.

Nahl Suresi, 4. Ayet:”İnsanı bir damla sudan yarattı. Bir de bakarsın o apaçık bir düşman kesilmiştir.”

İnsan nasıl düşman olur Rabbine? Rabbimizin gönderdiği işitsel ayetleri olan Kur’an-ı Kerim’i okumaz, görsel ayetlere hiç dikkat etmez, öylesine bomboş bakar. Doğruluğa rağmen sahtekarlığı, adalete rağmen menfaati, merhamete rağmen acımasızlığı, iyiliğe rağmen kötülüğü seçerek Rabbinden gelen bu Kur’an’ın emirlerine uymayarak, ciddiye almayarak düşman olur. Ama Rabbimiz, insan olduğumuz için bizi sevdiği için bu dünyada bize yolu göstermiştir, kendi yolunu bize göstermiştir.

(3)Şüphesiz biz onu (ömür boyu yürüyeceği) yola koyduk. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kat eder.

Muhakkak ki Allah, bu gören, işiten, düşünen, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edebilecek aklı olan insanı başıboş bırakmamıştır. Ne yapmıştır? Doğru yolu göstermiştir.

İnsanın hizmetine her şeyi veren Allah, Peygamberi gönderen Allah, Kur’an’ı gönderen Allah, güneşi, ayı, yıldızı, her şeyi onun hizmetine veren Allah ne yapar? Doğru yolu gösterir. Peki insan ne yapar? İnsan başıboş bırakıldığını mı sanır?

Kıyamet Suresi, 36. Ayet: “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.”

Zanneder Rabbim, çok güzel zanneder. Senin kitabını okumayı boş bırakıldığını zanneder. Her türlü kötülüğe koşarak başıboş bırakıldığını zanneder. Seni dinlemez ki Rabbim, senden korkmaz ki. Ve böylelikle başıboş bırakıldığını zanneder.

İşte Rabbimiz bu insana iki yolu gösteriyor:

Beled Suresi, 9-10. Ayetler: “Vermedik mi Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak? Ona iki yolu; doğruyu ve eğriyi göstermedik mi?”

Gösterdin Rabbim bize doğruyu ve eğriyi, yani hakkı ve batılı bize gösterdi. Rabbimizin gösterdiği buradaki iki yoldan birisi nedir? Razı olduğu yol. Diğeri ise Allah’ın razı olmadığı yol. Peki bu yol nedir diye sorarsanız:

İsra Suresi, 9. Ayet: “Haberiniz olsun ki bu Kur’an insanları en doğru yola hidayet eder ve salih amel yapan müminlere müjde verir ki kendilerine büyük bir mükafat vardır.”

Rabbimiz burada “bu Kur’an” ifadesini kullanıyor. Bu Kur’an ne yapar? İnsanları doğru yola hidayet eder. Peki bu doğru yolu göstermek kime aittir? Dedemize, nenemize, hocamıza, komşumuza, arkadaşımıza? Buna mı aittir? Kim bize doğru yolu gösterebilir? Bakalım:

Nahl Suresi, 9. Ayet:”Doğru yolu göstermek Allah’a aittir. Ondan sapan da vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola erdirirdi.”

Doğru yolu göstermek kime aitmiş? Allah’a aitmiş. Bizler insanlara doğru yolu nasıl gösteririz? Tabii ki ayetlerle gösteririz. “Şu şunu dediydi, bu bunu dediydi” ile değil, ayetlerle gösteririz. Topluma göre değil, topluma göre “el alem ne der”lere göre davranırsak biz bunu yapamayız. Ayetlerle insanlara doğru yolu gösteririz. Rabbimiz insanlara ayetlerle doğru yolu gösterdi, öyle değil mi? Kur’an’la doğru yolu gösterdi.

Ayetin sonunda ne diyor? “Allah dileseydi hepinizi doğru yola erdirirdi” diyor. Peki Allah neden dilemedi? Allah neden zorla yaptırmadı emirlerini? Neden zorla yaptırmadı? Gücü yetmez miydi bütün insanları “Allah” dedirtmeye? Yeterdi ama Allah’ın bir prensibi var, bakalım:

Bakara Suresi, 256. Ayet: “Dinde zorlama yoktur.”

Görüyorsunuz değil mi? “Dinde zorlama yoktur” prensibi Rabbimizin prensibi. Yoksa imtihanın manası olur muydu? Rabbimiz bizi imtihan ediyor, bunun manası olur muydu? Olmazdı. Seçenekleri olmalıydı insanın; ya Rabbine kul olmayı seçecek ya da olmamayı.

Ayetimize dönelim:

İnsan Suresi, 3. Ayet (devamı): “Muhakkak Biz ona yolu gösterdik, ister şükreden olsun, ister nankör.”

Bu ayette “şükür” kelimesi geçiyor. Şimdi bu kelimeyi tam öğrenmezsek ayeti tam anlayamayız. Tüm dikkatimizi verelim lütfen. Şükür, şükrederek karşılık vermektir. Muhakkak karşılığı olmalıdır. Örnek veriyorum, hayvanın yediği otu, yemi, suyu süt olarak vermesi ya da etlenmesi bir şükürdür. Eğer o hayvan bunu yapıyorsa size şükretmiş olur. Ama hayvanı besliyorsun, bakıyorsun, 1 gram et bile almıyorsa, çok zayıf, üstelik süt de vermiyorsa, o hayvan o zaman ne yapmış olur? Şükretmemiş olur, nankörlük etmiş olur, emeklerinizin karşılığını vermemiş olur. Bir tavuğun yumurta vermesi, bir koyunun yün vermesi gibi. O nimet eğer açığa çıkarılıyor, açığa vuruyorsa, o varlık şükretmiş olur.

Gelelim bize. Rabbimiz bizi yarattı. Göz verdi, akıl verdi, kulak verdi. Bizi işitici ve görücü yaptı, nimet verdi. Eğer biz bütün bu verilenlere karşılık Zariyat Suresi 56. Ayet’teki “Ben cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım” ayetindeki gibi kulluk etme gayretinde oluyorsak, Allah’ı dünyadaki her işimize katıyorsak, şükretmiş oluruz, karşılık vermiş oluruz Rabbimize. Ama Allah’ı tanımazsak, o zaman da nankörlük etmiş oluruz. Şükrün karşılığı nankörlüktür ve kafir kelimesiyle aynı yerde geldi.

Bu kadar anlatımdan sonra anladığınız gibi şükür genel manada nimetin bilinmesi ve açığa vurumudur. Yoksa şükür, “Şükür şükür” diye sadece dilde söylemek değildir. “Allah’a şükürler olsun bugün de karnım doydu” demek değildir.

Peki Peygamber Efendimizin şükrü neydi? O sevdiğimiz Peygamberimizin şükrü neydi? Yemeğe tuzla başlamak mı? Önündeki tabağı sıyırmak mı? Yoksa Taif’e gittiğinde, oraya dini anlatmak için gittiğinde onu taşlamaları mıydı? Peygamber Efendimiz Taif’e gitti, bu dini öğretmek için, ayetleri öğretmek için Taif’e gitti. Oradaki insanlar ne yaptı? Peygamber Efendimizi her tarafını kanatacak kadar taşladılar, kilometreler boyunca taşladılar. Peygamber Efendimiz de bir kuldu. Ne yaptı? Ayetler karşılığında şükrünü yerine getirdi. Her ne olursa olsun anlatmaya çalıştı ayetleri, hayatıyla örnek oldu. Ama bizler tabağın dibini sıyırmakla örnek olduk. İşte sonra “Peygamber Efendimizi çok seviyoruz” dedik. 

Unutmayın, şükretmek için muhakkak bir hareket olması lazım. Ayetlerin hepsi de öyle; sadece okumak olmaz. Ayetleri “okudum tamam” artık olmaz, uygulama ister. Şükür de bir uygulama ister. Örnek veriyorum, doktor değil mi? Doktorsun ama sen “Doktorum” deyip yaralıyı gördüğünde öyle duruyorsan, hiçbir şey yapmıyorsan, ya “Senin şükrün bu mu?” demezler mi? “O kadar ilmin, yıllar yıla okumanın şükrü bu mu?” demezler mi? Derler değil mi? Hareket bekleriz biz. Eğer bir insan bir şey yapıyorsa ne deriz? “Tamam artık bu, bunun şükrünü ediyor” deriz. Yok ille de dilde şükredeceğimiz “Ya Rabbi şükür, ya Rabbi şükür” diyeceğim diyorsanız, inanın Kur’an ayetlerine göre onu bile başaramadık.

Müddessir Suresi, 3. Ayet: “Rabbini yücelt.”

Bu ayet gereğince ne kalbimizde ne dilimizde Allah’tan başkasının övgüsü olmamalıydı. Allah’ı sever gibi başkalarını, başka varlıkları sevmemeliydik.

Bakara Suresi, 165. Ayet: “İnsanlardan bazısı Allah’ın dışında birtakım ortaklar varsayıyorlar, Allah’ı sever gibi ve onları seviyorlar.”

Doğru, Allah’ı sever gibi seviyorlar. Halbuki ayet gereğince kalpte ve dilde Allah’tan başka sevgili bulunmamalıydı. İnsanlardan, maldan, mülkten, makamdan birileri sevilse bile sadece Allah rızası için sevilmeliydi. O zaman Rabbimizi gerçekten sevmiş olurduk. Gerçekten, gerçekten Rabbini seven insan, Rabbinin sevgisi kalbine yerleşince o sevdiğinin bütün emirlerini tüm organlarıyla yerine getirmeye çalışır, bütün yasaklarından çekinir. İşte gerçek şükür budur arkadaşlar.

Onun için Rabbimiz şükrü yerine getirmemiz için bize İnşirah Suresi 8. Ayet’te ne dedi: “Yalnız Rabbine sevgiyle yönel” diye buyurdu. Sevgiyle yönelmemizi istedi. Ama bizler ne yaptık? Her gün namazda bile kırk defa Elhamdülillah dedik, Allah’a hamd olsun dedik ama Allah’ı yüceltecekken başkalarını övdük, başkalarını anlattık, başkalarını sevdik.

Allah aşkına ya, şöyle bir düşünelim: Rabbimiz bize yolu gösterdi. “İster şükreden olalım, ister nankör olalım.” Bundan sonrasını bize bırakmıştır. Nankörlüğü tercih ettiyse bir insan, Rabbimiz o kişiye bu ayeti hazırlamış. Nankörlük ettiyse bir insan, bakalım…

(4)Şüphesiz biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.

İşte nankörler için Rabbimiz bu ateşi hazırlamış. Bu ateş, bu cehennem azabı, pişmanlıkların, iç yangınlarının insanı çıldırttığı, maddi çaresizliğin manevi olarak da iliklere kadar hissedildiği mekanlardır. Öyle olması Rabbimizin adaleti gereğidir. Nankör insanın hakkı budur işte.

Dünyada yaptığımız iyilik ve kötülüklerin muhakkak bir karşılığı vardır. Yaptıklarımızın bir karşılığı olacaktı. Yaptığımız her kötülüğün, her nankörlüğün cehennemde bir prangaya, bir zincire, çılgın bir ateşe karşılığı vardır. Sonuçta ahirette yaptığımız bu kötülükler, bu nankörlükler tanınmaz, ona göre davranmamız ne olur? Kötü bir yük olur bize ahirette.

En’am Suresi, 31. Ayet:”Muhakkak ki hüsran içerisinde kaldı o Allah’ın karşısına çıkacaklarını inkar eden kimseler ki nihayet saat gelip ansızın kendilerini bastırıverince ‘Eyvah! Hayatta yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!’ derler. O anki bütün günahlarını sırtlanmış götürüyorlar. Bak ki ne kötü yükler götürüyorlar!”

Bütün günahlarını sırtlarına yüklenen insanlar… Hatta bu günah yükleri ondan ayrılmaz ki.

Al-i İmran Suresi, 30. Ayet (devamı): “Her nefis ne hayır yapmışsa (sevap) ve ne kötülük yapmışsa (günah) önüne konmuş bulacağı gün, ister ki onlarla arasında uzak bir mesafe bulunsaydı.”

Görüyorsunuz, öyle değil mi? İstiyor bunu, günahlarından uzak bir mesafe istiyor ama dünyada yaptığı kötülükler peşini bırakmıyor. Bu dünyada yaptıkları yürek yangınının boşa gittiğini düşünenler, çevrelerine kan kusturan, ailesine, çevresine, herkese eziyet edenler, bağıranlar, kalp kıranlar… Görüyorsunuz değil mi? İsteseniz de bu günah yükünden uzak duramıyorsunuz.

Bizler Müslümanız, lütfen hareketlerimize dikkat edelim, Müslümanlığımızı layıkıyla yerine getirelim. Yoksa etrafa kan kusturarak Müslüman olunmaz. Görüyorsunuz değil mi? Yaptığın kötülükler ne oluyor bize kötü bir yük oluyor ve ondan kurtulamıyoruz.

Nankörler için Rabbimiz zincirler, prangalar, çılgın ateş hazırladı, ayette gözümüzle görüyoruz. Ama bu insanlar “Nasılsa cehennemde yine de elleri ayakları zincirlenir, prangalarla bağlanıyor, bir nevi kelepçelenir. Zaten ateşin içindeler, zaten kaçıp kurtulmaları mümkün değil” öyle değil mi? Buna rağmen Rabbimiz, cehennemde olmalarına rağmen bu insanları bağlayacak, yani hiçbir kurtulma ümidi bırakmıyor. Tabii ki kurtulma ümidi Rabbimiz bırakmayacak, psikolojikmen bir eziyet olması lazımdı, öyle değil mi?

Şimdi bakalım, Rabbimiz bu ayette üç tane işkence çeşidinden bahsetti, değil mi? Rabbinin emirlerine uymayarak nankörlük edenleri, yani ayetlerin üstünü kapatanları, ayetlere uymaya gerek görmeyenleri ne yaptı Rabbimiz? Zincire bağladı, prangalar hazırladı, çılgın bir ateş hazırladı.

Şimdi bu “zincirler” ifadesi burada niye geçti? Bu zincire bağlananların suçları ne? Kur’an’ın diğer bir ayetine soralım:

Hakka Suresi, 30-33. Ayetler: “Tutun onu, hemen ellerini boynuna bağlayın onu. Sonra ancak cehenneme yatırın. Sonra da uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurarak onu yollayın. Çünkü o, şanı yüce olan Allah’a inanmıyor, yoksulu yedirmeye teşvik etmiyordu.”

İnanmayan kişi ne yaparmış? Yoksulu yedirmeye teşvik etmez. Bu ayetin devamında ne diyor biliyor musunuz?

Hakka Suresi, 35. Ayet: “Bugün de ona yoktur sıcak bir dost.”

Diye buyuruyor Rabbimiz. Çünkü bu inanmayan kişi sadece ama sadece kendini düşünüyor, kendi menfaatini düşünüyor. Bu Allah’a inanmayan kişi sadece dostlarını doyuruyor. Allah’ın emrini yapmayarak aklına zincir vuruyor. Bu ayeti görmüyor, fakirleri görmemezlikten geliyor. Hep kendi durumunda ya da yüksek olanları yemeğe davet ediyor, iyilikler yapıyor. Fakirleri umursamıyor, belki de fakirlerden utanıyor.

Şöyle bir düşünürsek bu zamanda değil yemeğe davet etmek, fakir diye selam bile vermeyenler var. Muhatap olmak istemeyenler var, görüntüsünü yanına yakıştırmayıp aşağılık davrananlar var. “Fakire nasıl davranacağım dolayı imtihandayım” deyip iyi davranmayanlar var. Ben bu konuda çok azar işittim en yakınlarımdan birisi: “Ya nerede fakir var sen tanıyorsun, fakir adam gereksiz adamdır at gitsin. Çevresi geniş olan zengin tanıdıkların olsun” dedi. “Onlarla ilgilen” dedi. “Fakirleri sen mi doyuracaksın?” dedi. “Boş ver” dedi. Bu ayet aklıma geldi, hiç de onun dediklerini yapmadım çünkü onun dostluğu değil, Allah’ın dostluğunu istiyorum. Allah’ın dostluğu yeter bana. Sizlere de öyle olsun, sizler de bunu yapın. Çevre ne derse desin bunu yapın. Fakirlerle ilgilenin, onlarla beraber takılın, yemeğe çıkın, evinize davet edin, bir sıkıntısı varsa ilgilenin.

Şimdi şunu düşünüyor olabilirsiniz: “Ya bu kişi de ne kadar çok kendini övüyor, yaptıklarını söylüyor” diyebilirsiniz. Bu aklınıza gelebilir. Ben kendimi övsem de siz beni tanımıyorsunuz ki, bilmiyorsunuz ki. Ben sadece bir model olsun diye söylüyorum: “Bu şekilde yaparsanız şu şu sonuçlara ulaşabilirsiniz” diye örnekler veriyorum. Güzel örneklerin verilmesi gerekiyor, öyle değil mi?

Cehennemdeki zincirleri söyledik. Peki cehennemde neden prangalar var?

Ra’d Suresi, 5. Ayet: “İnanmayan insanlar eğer şaşırıyorsanız, asıl şaşılacak şey onların şu sözleridir: ‘Biz toprak olup gittikten sonra mı, yani biz gerçekten yeniden mi yaratılacağız?’ İşte bunlar Rablerini inkar etmişlerdir. Bunların boyunlarında demir halkalar vardır ve işte bunlar cehennemliktir, hep orada ebedi kalacaklardır.”

“Dünyada ve ahirette inanmazsan işte seni cehennemde halkalar, prangalar bekler” diye buyuruyor Rabbimiz. Ama bu kişi buna rağmen ahirete inanmıyor, hayatını kafasına göre yaşıyor.

Casiye Suresi, 23. Ayet: “Ya şimdi baksana o kimseye ki ilah olarak nefsine tutunmuş.”

Ayetindeki “ilah olarak kendisine tutunmuş” ayetindeki gibi oluyor. “Namaz” diyorsun, “Canım istemiyor” diyor. “Doğruluk” diyorsun, “Menfaatim istemiyor” diyor. “Anne baba, kardeşlerin, yakın akraban, fakirler, yolda kalmışlar bunlarla ilgilenmeli” diyorsun, “Bana ne” diyor. “Eşine sadık ol” diyorsun, “Bana ne” diyor. “Rabbinin emirleri olan Kur’an’ı oku” diyorsun, “Vaktim yok” diyor, “Keyfim bilir” diyor, diyor da diyor. Rabbimizin cehennemindeki prangaları, demir halkaları bu kişiler hak etmiyor mu?

Rabbimiz şükretmeyen ya da nankör olan insanlara cehennemde bunları hazırladı. Ya tam tersi olanlara, şükredenlere, nankör olmayanlara ne diyor? Bakalım iyilere ne diyor, Rabbimiz bu iyilere neler hazırlamış, ayetlerde görelim:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir