İNSAN SURESİ(3.BÖLÜM)

Sadakayı Açık veya Gizli Vermek

Sadakaları yani iyilikleri nasıl vereceğimiz konusu Bakara Suresi’nin 171. ayetinde açıklanır. Ayet, sadakayı açıktan vermenin de iyi olduğunu, ancak gizli bir şekilde fakirlere vermenin daha hayırlı olduğunu ve günahların bir kısmına kefaret olacağını belirtir. Allah, yapılan her şeyden haberdardır. Bu ayete göre, gizli vermek daha üstündür.

Peki sadakayı nasıl gizli verebiliriz? İyilik yaparken “Bu yardımı şu kişi gönderdi” gibi yalanlar söylemeye gerek yoktur. Bunun yerine, “Sana bir yardım geldi” veya “Sorma işte” gibi ifadeler kullanılabilir.

Ancak bazı durumlarda sadakayı açıktan vermek daha doğru olabilir. Eğer başkalarını iyilik yapmaya teşvik etmek istiyorsak veya başkalarının sadakalarını bir aracı olarak ulaştırıyorsak, şeffaflık önemlidir.

Örneğin, 10 kişi bir araya gelerek birine yardım etmeye karar verdiyse, bu yardımı muhakkak delillendirmek ve nereye harcandığını göstermek gerekir. Aksi takdirde, insanlar “Ayşe bizim verdiğimiz sadakaları yiyor, kendine yeni araba almış” gibi şüpheler taşıyabilir. Bu tür şüphelerin oluşmaması için, özellikle toplu yapılan yardımlarda delil sunmak ve hesap vermek gerekir.

İyilik Yaparken İnsanların Davranışları ve Sınavı

Sadece Allah rızası için bir iyilik yaptığımızda, insanlar farklı tepkiler gösterebilirler. Yaptığımız iyiliğin karşılığında bizi yüceltmeye, en iyi yere oturtmaya veya hizmet etmeye çalışabilirler. Bu davranışlara dikkat etmek ve bunlara izin vermemek gerekir.

Örneğin, birisi iyiliğiniz karşısında elinizi ayağınızı öpmeye kalkarsa buna müsaade etmeyin. Bu tür davranışlar sergileyenler genellikle bilgisizdir ve dinin böyle olduğunu zannederler. Oysa Peygamber Efendimiz (sav) hiç kimseye hizmet ettirmedi, aksine kendisi hizmet etti. Hangi meslek veya konumda olursak olalım, yaptığımız iyiliklerin karşılığını insanlardan beklememeli, sadece Allah’tan beklemeliyiz.

İnsanların karşılık vermesi, aslında bizim için bir imtihandır. Bu, yaptığın iyiliğin imtihanı olur ve bu sınavı kaybetmemeye dikkat etmek gerekir.

“Kıyametten ve hesaptan korkuyoruz ama hediye de mi almayalım?” diye sorarsanız, cevap şöyledir: Eğer insanlarla ilişkiniz sadece din eğitimi ve dini alışveriş üzerine kuruluysa, iğne dahi kabul etmemeye çalışmak gerekir. Ancak ilişkiniz akrabalık, ortaklık veya arkadaşlık gibi bağlara dayanıyorsa, hediye alabilirsiniz. Bu hediyeler, yük olmak veya ezmek şeklinde olmamalıdır. Bu insanlar neden karşılık beklemezler? 

(10)“Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günden (o günün azabından dolayı) Rabbimizden korkarız.”

Ahiret Korkusu ve Karşılık Beklememek

İnsanlar ahiret gününden ve hesaptan korktukları için yaptıkları iyiliklerin karşılığını beklemezler. Onların tek derdi, iyiliklerinin karşılığını sadece Allah’tan beklemektir. Ahiret korkusu, dünyevi borçlardan çok daha güçlü bir motivasyondur. Bu nedenle, yaptıkları iyilikler çok değerli, duydukları korku da çok kıymetlidir. Öyle ki, iyiliklerinin karşılığında teşekkür dahi beklemezler.

Bazıları, bu kadar çok iyilik yapan insanlara “enayi” veya “saf” diyebilir. Ancak bizim için önemli olan, insanların ne dediği değil, Rabbimizin ne dediğidir. Rabbimiz bu insanlara “Müslüman” ve “Ebrar” der. Onların Allah ile olan diyaloglarına hiçbir şey engel olamaz. İnsanların olumsuz yorumlarını ciddiye almazlar.

Allah Yolunda Koşmak

Bu güzel insanlar için ne ticaret ne alışveriş ne geçim derdi ne ev temizliği ne düğünler ne eğlenceler ne de uyku, hiçbir şey engel teşkil etmez.

Nur Suresi 37. ayet, bu durumu şöyle açıklar: “Nice adamlar ki, ne ticaret ne alışveriş kendilerini Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz. Kalplerin ve gözlerin allak bullak olacağı bir günden korkarlar.”

Bu insanlar, Allah yolunda koşmak için hiçbir mazeret sunmazlar. Dünya hayatındaki hiçbir meşguliyet, onları Allah’ı zikretmekten alıkoymaz.

Bu kişiler, Allah yolunda yardımlar yapar çünkü yardım etmezlerse Allah’ın kendilerini zalim ilan edeceğini bilirler.

Bakara Suresi 254. ayette Rabbimiz şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın.”

Peki harcamazsak ne olur? Rabbimiz devamında şöyle buyurur: “Kafirler ise zalimlerin ta kendileridir.” Bu ayet, yardım etmeyenlere “kafirler” yani ayetlerin üzerini örtenler ve “zalimler” diyor. Bu durumu görmezden gelmemeliyiz. İyiliklere koşan, iyiliklerinin karşılığını insanlardan değil, sadece Allah’tan bekleyen Ebrar (iyi) insanlar gibi olmak isteriz. Allah, iyilik yapan ve karşılık beklemeyen bu insanları ödüllendirir ve onları korur.

(11)Allah da onları o günün kötülüğünden korur ve yüzlerine bir aydınlık ve içlerine bir sevinç verir.

Allah’ın fakir, yoksul, yetim veya esir kullarına yardım edip onları korursanız, Allah da sizi korur ve sevindirir. Yeter ki siz iyilik yapmaya ve onları sevindirmeye devam edin. Allah’ın mükemmel adaleti bu şekilde işler.

Ayetlerdeki Geçmiş Zaman Kipi ve Hikmeti

Kur’an ayetlerine baktığımızda, cennet ve cehennem gibi henüz gerçekleşmemiş olayların genellikle geçmiş zaman kipiyle anlatıldığını görürüz. Bunun sebebi, verilen sözün mutlaka gerçekleşeceğinin ve yerine getirileceğinin kesinliğidir. Tıpkı günlük hayatta bir işin kesinleştiğini ifade etmek için “bu iş oldu” dememiz gibi, Kur’an da bu şekilde bir anlatım kullanır.

Peki, Rabbimiz cenneti ve cehennemi henüz görmediğimiz halde neden bize olmuş gibi anlatır?

Allah, bu anlatımıyla bize davranışlarımızın sonuçlarını şimdiden gösterir. Kurallara uymadığımız takdirde başımıza gelebilecek kötülükleri veya iyilikleri önceden bildirir. Bu, Allah’ın bize olan rahmetinin bir eseridir. O, bizim yarına hazırlıklı olmamızı ister.

Nitekim En’am Suresi’nin 54. ayetinde de belirtildiği gibi: “Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı.” Bu ayetle Rabbimiz, rahmet etmeyi kendine bir görev kıldığını ve bizi dünyadayken uyararak bu rahmetini gösterdiğini açıkça ifade eder.

(12)Sabretmelerine karşılık da onları cennet ve ipek(ten giysiler) ile mükâfatlandırır.

İpek Böceğinden Bir Ders: Koza ve Cennet

İpek böceğinin kelebek olabilmek için ördüğü koza, dışarıdan bakıldığında bir tutsaklık ve esirlik gibi görünebilir. Ancak hakikatte o koza, ipek böceğini dışarıdan gelen kötülüklere karşı koruyan ve onun bir kelebek olarak özgürleşmesini sağlayan bir yuvadır.

Bu durum, cennete gitmek isteyen biz Müslümanlar için bir ders niteliğindedir. Cennette yepyeni bir bedene kavuşmak için, dünya hayatında kendi kozamızı örmemiz gerekir. Bu koza, sabırla ve iyiliklerle örülür.

Sabır ve Takva

Peki nelere sabretmeliyiz?

Düşmanların sözlerine karşı sabır: Al-i İmran Suresi 200. ayette belirtildiği gibi, düşmanlarımıza karşı sabırlı ve dirençli olmalıyız. “Şu iyiliği yapma, karşılık bekle” dediklerinde sabredip, iyilik yapmaya devam etmeliyiz.

Öfkeye karşı sabır: Al-i İmran Suresi 134. ayette de geçtiği gibi, öfkemizi yutmalıyız.

Sıkıntılara karşı sabır: Bollukta ve darlıkta, hastalıkta ve sıkıntıda, hatta savaşta sabretmeliyiz (Bakara Suresi 177).

Kötülüğe karşı sabır: Fussilet Suresi 34-35. ayetlerde buyrulduğu gibi, kötülüğü güzellikle savmalıyız.

Bunlara sabrettiğimiz takdirde, Rabbimiz bizi cennetle ödüllendirecektir.

Takva Elbisesi

En önemlisi ise takva elbisesine sahip olmaktır. Araf Suresi 26. ayet, “Ey Ademoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek elbise indirdik, süslü kıyafet indirdik. Fakat takva elbisesi hepsinden hayırlıdır,” buyurur. Takva elbisesi, başkalarının bakışlarından, soğuktan, sıcaktan ve en önemlisi imtihanların zorluğundan bizi koruyan manevi bir kalkandır.

Oturduğu ev, bindiği araba veya giydiği marka kıyafetleriyle kendini koruyacağını sananlar, bu takva elbisesini bilemezler. Takva elbisesi, ancak Allah’ın emirlerine uyarak ve O’ndan sakınarak giyilebilir. Bu elbiseyi giyenler, cennetteki koltukların ve yatakların üzerinde kurulmuş olacaklardır.

(13)Orada koltuklar üzerine kurulmuş olarak bulunurlar. Orada ne güneş (yakıcı sıcak) görürler, ne de dondurucu soğuk.

Cennetlikler, dünyada sadece Allah’ın rızasını umarak ve karşılık beklemeden iyilik yapanlardır. Onlar, ahiretlerini ilmek ilmek işlerler. Dünyadaki maddi iyilikler cennette daha güzel maddi karşılıklara, manevi bir gülümseme gibi küçük bir iyilik ise orada çok daha değerli bir karşılığa dönüşür.

Yakıcı Güneş Yok, Koltuklar Var: Bu insanlar dünyada kimsenin canını yakmadıkları için cennette yakıcı bir güneş yoktur. Aynı şekilde, dünyada rahat koltuklara uzanıp keyif sürmek yerine yoksulun ve yetimin ihtiyaçları için koşturdukları için cennette koltuklara kurulacaklardır.

Soğuk ve Karanlık Yok: Onlar yetimleri ve fakirleri soğukta bırakmadıkları, kalplerini sahipsizlik duygusuyla üşütmedikleri için cennette aşırı soğuk (zemheri) olmayacaktır. Güneş ve Ay’ın da olmayacağı cennette, sürekli bir aydınlık ve ferahlık olacaktır. Zümer Suresi 69. ayette belirtildiği gibi, yeryüzü Rabbimizin nuruyla aydınlanacaktır. Bu, gözü yormayan, eziyet vermeyen, sürekli bir aydınlıktır.

Koyu Gölgeler: Nisa Suresi 57. ayete göre, cennetlikler koyu gölgeler altında olacaklardır. Gölge, özellikle sıcak iklimlerde büyük bir nimettir. Dünyada zahmet çekenler, cennette bu tür zahmetleri asla çekmeyeceklerdir.

(14)Üzerlerine cennetin gölgeleri sarkmış, cennetin meyveleri (kolayca alınacak şekilde) yakınlaştırılarak hazırlanmıştır.

Dünyada zorluklarla karşılaşanlar ve iyilik peşinde koşanlar, ahirette büyük nimetlere ulaşacaklardır. Dünyada nefsine hakim olanlar, ahirette canlarının istediği her şeye kavuşacaktır.

Ayetlerde bahsedilen gölge, büyük bir nimettir. Özellikle sıcak iklimlerde veya kavurucu yaz günlerinde, bir bulutun, ağacın, evin veya çadırın sağladığı gölge, ferahlatıcı ve rahatlatıcı bir sığınaktır. Bu, cennetin serinliğini ve huzurunu simgeler.

Aynı şekilde, cennetteki meyveler de dünyadakilerden farklıdır. Orada meyveler her yere yayılmıştır ve olgunlaşmasını beklemeye gerek kalmaz. Elinizi uzattığınızda dilediğiniz meyveye hemen ulaşırsınız. Dünyada bu nimetlere ulaşmanın yolu, sürekli iyilik yapmak ve salih ameller işlemektir.

(15)Etraflarında gümüş kaplar, şeffaf kadehler dolaştırılır.

Rabbimizin cenneti, dünyada bildiğimiz nesnelerle anlatması oldukça doğaldır. Bunun sebebini şöyle düşünebiliriz: Bin yıl önceki bir insana uçağı anlatmak imkansızdır. Ona “havada uçan demirden bir kuş” deseniz, bunu hayal edemez ve inanmazdı. Çünkü o, demiri sadece kılıç veya kalkan olarak biliyordu. Cennetin nimetleri de bizim hayal gücümüzün çok ötesindedir.

Cennetin o eşsiz güzelliklerine ve nimetlerine talip olmak için, Rabbimizin kelamı olan Kur’an’ı okuyup anlamalı ve hayatımıza uygulamalıyız.

(16)Gümüşten billur kaplar ki, onları (ihtiyaca göre) ölçüp düzenlemişlerdir.

Cennetteki insanlar, içecekleri bile ihtiyaçları kadar tüketirler. Günümüzdeki açık büfelerde insanların ihtiyaçlarından fazlasını tabağına doldurup sonra yarısını çöpe atması gibi bir durum cennette yoktur. İsraf, cennet ehlinin ahlakına ve karakterine uymaz.

Cennetliklerin bu ölçülü davranışları, dünyadayken yaptıkları iyiliklerden kaynaklanır. Örneğin, bir yaşlının evini temizlemek, bir yetimin başını okşamak veya komşusuna yardım etmek gibi salih ameller işledikleri için bu bilince ve ahlaka ulaşmışlardır. Cennetteki her nimetin çeşitliliği ve güzelliği, dünyada gösterdikleri bu hassasiyetin ve iyiliklerin bir karşılığıdır.

(17)Orada kendilerine, katkısı zencefil olan içecekle dolu bir kâseden içirilir.

Kur’an-ı Kerim’de adı geçen tek baharat zencefildir. Zencefil, Kur’an’ın indiği dönemde içecekleri tatlandırmak için kullanılan bir maddedir. 

(18)Orada bir pınar ki ona “selsebil” adı verilir.

“Selsebil”, Allah’ın özel kullarına sunduğu eşsiz bir pınardır. Peki, kimdir bu özel kullar? Onlar, çevrelerindeki insanların dertlerine koşan, her zor anlarında yanlarında olan kişilerdir. Bir cenaze olduğunda, bir düğün olduğunda veya birisi darda kaldığında, ilk kapısı çalınan ve aranan insanlardır. “Keşke burada olsaydı, ne iyi olurdu” dedirten bu insanlar, yaptıkları iyilikler ve yardımseverlikleri sayesinde özel bir konuma erişirler.

Bu sebeple, Rabbimiz de onlara “Selsebil” pınarından özel içecekler ikram eder.

(19)Çevrelerinde, gördüğünde saçılmış inciler sanacağın, hep aynı gençlik ve güzellikte kalacak hizmetçiler dolaşır.

Bu özel insanlar, dünyada durmadan hayır işlerinde yarışıyorlardı. Yetimleri koruyor, esirlere yardım ediyor ve ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını gideriyorlardı. Bu iyiliksever ve fedakâr davranışlarının karşılığı olarak cennette bu şekilde ödüllendiriliyorlar.

(20)Orada, görünce (sonsuz) nimetler ve büyük bir mülk (hükümranlık) görürsün.

Cennete baktığınızda o kadar büyük bir güzellikle karşılaşırsınız ki, nereye dönseniz muazzam bir mülk ve saltanat görürsünüz. Orada kusursuz bir sistem ve düzen hüküm sürer.

Zümer Suresi, 20. Ayet’te bahsedildiği gibi, Rabbinden sakınanlar için altlarından ırmaklar akan, üst üste yapılmış köşkler vardır. Bu köşkler, dünya mülküyle satın alınamayan, ancak dünyada yapılan iyilikler sayesinde elde edilebilen yerlerdir.

Hepimiz bu köşklerin talipleriyiz. Bu köşkleri, parası olanlar değil, yalnızca Allah rızası için dünyada sürekli iyilik yapanlar kazanacaktır.

Peki, bu cennetlik insanların üzerinde ne tür kıyafetler olacak ve nasıl süslenecekler?

(21)Üstlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüş bileziklerle süsleneceklerdir. Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecektir.

Ayette belirtildiği gibi, zencefil ve kafurdan farklı olarak, burada Rableri onlara tertemiz bir içecek sunmaktadır. Kafur ve zencefili kendileri içiyordu, ancak bu durumda içeceği Rabbimiz bizzat ikram ediyor.

Rabbimizin bu kullara birebir içecek sunmasının anlamı, onların gösterdiği gayrettir. Bu özel ikram, kulların yaptıkları iyilikler ve samimi çabaları nedeniyle verilen bir karşılıktır.

(22)Onlara şöyle denecektir: “Şüphesiz bu sizin için bir mükâfattır. Çalışma ve çabanız makbul görülmüştür.”

Muhakkak ki bu, sizin karşılığınız oldu ve sizin gayretiniz şükre değer bulundu. Benim yolumda olmak için yaptığınız ameller ve davranışlar, teşekküre layık görüldü.

“Say” ne demektir?

Bir kulun hayattayken gösterdiği bütün çabalar ve gayretlerdir. Ancak her say işe yaramaz. Şükrü kabul edilmiş bir say olmalı. Peki bunu ne belirler? Kur’an belirler. Allah’ın hükümlerini yerine getirmek, Kur’an’ın şükrü olur. Ömür boyu süren bir şükürdür bu. Kur’an’ın emirlerine koşmak, çabalamak ve gayret etmek şükür olur. Bunun sonucu ise kişinin en sonunda “Elhamdülillahi Rabbil Alemin” diyebilmesidir.

Yunus Suresi, 10. Ayet’te bu durum hatırlatılır: “Orada duaları: ‘Ey Allah’ımız, seni tesbih ve tenzih ederiz’ ve aralarındaki esenlik dilekleri ‘Selam’dır. Dualarının sonu da ‘Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur’ sözleridir.”

Bu cennetliklerin duasıdır; dualarının en sonu budur. Yani burada Allah’ı övüyorlar, “Alemlerin Rabbisin, bütün övgüler sana aittir” diyorlar. Çünkü Allah, az bir şükre bile çok büyük karşılık vermiştir. Allah’ın bir ismi de Şekur’dur. Bu, az amele ve az davranışa çok ödül veren, şükre sınırsız karşılık veren demektir. Bu yüzden cennetlikler, “Yaptığımız neydi ki bu ödüle kavuştuk?” şeklinde bir mahcubiyetle Allah’a hamd ederler.

Allah yolunda çabalayan insanın duruşu farklıdır. Nimetlerin ve nimet sahibinin farkında olmanın getirdiği mutluluk ve huzur, onların gönlünden bu dünyaya yansır. Bu insanlar hayata gülümserler.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de devamlı gülümsüyordu. Yüzü hiç asık değildi. Onca zulme, işkenceye, Yahudilerin hainliklerine, münafıkların karışıklık çıkarmalarına, ölümlere, hastalıklara ve dertlere rağmen yüzü asık değildi. Hatta en önemlisi, Haşr Suresi, 21. Ayet’te Rabbimizin buyurduğu gibi, “Biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirseydik, andolsun ki sen onu Allah korkusundan saygıyla baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün.” Bu ayetleri taşıma ve yayma sorumluluğuna rağmen, Peygamber Efendimizin yüzünden tebessüm hiç eksik olmazdı. Çevresine huzur ve saadet dağıtan bu tebessüm, şükrünün dışa yansımasıydı. 

Biz Müslümanların insanlara gülümseyen, şükrettiği yüzünden belli olan, bulunduğu yeri aydınlatan bir görünüşü olmalı. İçimiz ağlasa bile dışımız gülümsemeli; çünkü hepimizin dertleri ve sıkıntıları var. Sonuç olarak, insan haliyle, tavrıyla ve yüzüyle devamlı şükretmeli ve hamd etmeli. Seviyesizce basit kahkahalar, boşvermiş tavırlar, “vur patlasın çal oynasın” anlayışı müminlere ne kadar uzak olmalıysa; karamsar, bunalımlı, ümitsiz, dünyası başına yıkılmış bir yüz de o derece çirkin ve yakışıksız kabul edilmelidir.

Yakup Peygamber yıllar geçse de Yusuf’undan ümidini kesmedi. Yusuf Suresi, 87. Ayet’te Rabbimiz şöyle buyurur: “Ey oğullarım, gidin de Yusuf ve kardeşini iyice araştırın. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.”

Yıllar geçiyor, Yusuf Peygamber’den umudu kesmeyen bir Yakup Peygamber… Bizler ise hemen ümitsiz oluyoruz, hemen dünyamız başımıza yıkılıyor. Lütfen bu ayeti görmezlikten gelmeyelim. Ümitsiz olmayı bırakalım, çünkü biz kafirlerden olmak istemiyoruz. Ümitli olalım, neşeli olalım, az da olsa gülümseyelim çevremize. İnsan insana huzur vermelidir.

Peygamber Efendimiz’in çağına Asr-ı Saadet (Mutluluk Çağı) denirdi. Çünkü o insanlar etraflarındaki güzelliklere karşı değillerdi; yarım bardak suyun dolu tarafına bakıyorlar, güçleri yetiyorsa boş kısmını doldurmaya çalışıyorlardı. Asla ve asla isyankar ve ümitsiz değillerdi. Bizim de farkında olmadığımız, önemsiz görüp üzerinde düşünmediğimiz o kadar çok nimetimiz var ki, ama biz hep olmayana odaklanacağız, değil mi?

Rabbimiz İbrahim Suresi, 7. Ayet’te şöyle buyuruyor: “Ve hatırlayın ki Rabbiniz şöyle bildirmişti: ‘Yemin olsun ki şükrederseniz, elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, haberiniz olsun ki azabım çok şiddetlidir.'”

Bizler de şükredelim, yüzümüz az da olsa gülsün. Yüzümüzün de bir şükrü var, öyle değil mi? Elimizdeki nimetlere sevinelim, olmayanlara odaklanıp kendimizi daha da kötü hissettirmeyelim. Bizler Müslümanız, Müslüman olduğumuz için de şükretmek zorundayız.

Rabbimiz bu ayetlerde cennet nimetlerinden bahsetti, şimdi de bu nimetlere nasıl ulaşmamız gerektiğini anlatan Kur’an’dan bahsediyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir