Selamünaleyküm arkadaşlar, bugünkü dersimizde Mürselat Suresi’ni öğreneceğiz.
Rabb’imizin Kur’an’da bize, hayatımızda uygulamamız için gönderdiği kendi sözleri olan ayetlerini bilmeden, tanımadan ölmek çok büyük bir kayıptır. Tüm kalbimle diyorum ki, dünyanın en güzel yerlerini görmesek de olur; çok güzel yemeklerini yemesek de olur; en havalı arabalarına binmesek de olur. İnanın, bunlar olmasa da çok şey kaybetmeyiz. Ama Rabb’imizin bize gönderdiği Kur’an’daki bir sureyi dahi bilmeden, anlamadan ölmek çok büyük kayıp olur bizim için, hüsran olur. Lütfen bu kaybı yaşamayalım.
Şimdi, o surelerden birisi olan Mürselat Suresi’ni tanıma yolculuğumuza başlayalım.
Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim
(1-7) Ard arda gönderilenlere, kasırga gibi esenlere, hakkıyla yayanlara, hakkıyla ayıranlara, özür ya da uyarı olmak üzere öğüt bırakanlara andolsun ki, uyarıldığınız (Kıyamet) mutlaka gerçekleşecektir.
Burada anlıyoruz ki, buradaki gönderilen insan peygamberlerdir. Rabbimiz şu an peygamberler göndermiyor; en son Peygamberimiz Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i gönderdi.
Şimdi, “gönderilen peygamberler yok” diyorsanız, kesinlikle bilin ki peygamberlik vazifesi olan elçilik vazifesi, yani ayetleri insanlara duyurma vazifesi, peygamberler ölmüş olsa da hâlâ devam ediyor. Nasıl mı? Nisa Suresi 59. ayete bakalım: “Ey iman edenler! Rabbimiz bize sesleniyor: Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin.” Bu ayetin Arapçasına baktığımızda “Ulul Emre” ifadesi geçiyor; bu da “Allah’ın emrini anlatıp yaşayan” demek.
Devam edelim: “Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulü’ne arz edin.” Görüyorsunuz, öyle değil mi? Allah ve Resulü’ne arz etme işi, sorunun cevabını ayetlerde bulmak demektir, başka yerde değil. Eğer böyle olursa, sorularımızın cevaplarını ayetlerde bulursak ne olur? O hem hayırlı hem de sonuç itibarıyla daha güzeldir. Ne kadar güzel, öyle değil mi? Bütün sorularımızın cevabını ayetlerde bulmak!
Ayrıca buradaki “Ulul Emre” ifadesinden de ne anlıyoruz? Kur’an’dan ayetlerle eğer cevap veriyorsa bu kişilere ne yapacağız? İtaat edeceğiz. Peygamberlik görevi demek ki devam ediyor. Ayetleri duyuran peygamber değildir ama: annen söyler sana doğru ol diye, eşin söyler sana sadık ol diye, evladın söyler sana emanetim diye, arkadaşın söyler sana sözünde dur diye, fakir olan söyler yardım et diye… Tam ayetin Arapçasını söylemese de mana olarak çağırır Peygamberimizin elçi olduğu Allah’ın yoluna. Nedendir peki bu çağrı? “Tabii ki bizi doğru yola çağıran, gösteren rehberim olsaydı bu hatalara düşmezdim” olmasın diye.
Nisa Suresi 165. ayet: “Hep rahmet müjdecileri, azap habercileri olarak göndermiş peygamberler ki artık insanlar için Allah’a karşı peygamberlerden sonra bir özür beyan etme bahanesi olmasın.” O Azizdir, hakimdir. Bahaneleri insanların olmasın diye ne yaparlar? Çevremizdeki insanlar aslında peygamberlerin diliyle ayetlerle bizi uyarırlar. Bu yapılan uyarıları dikkate almamız gerekiyor. Art arda gönderilen peygamberler ne yaptı bakalım:
Peygamberlerin Vazifesi ve Etkileri
Rabbimiz tarafından art arda gönderilen peygamberler, ayetleri anlatarak bütün kötü düşünceleri, insanların sırtına yük olmuş yanlış din anlayışlarını yıkarak toplumlarda kötülüklere karşı şiddetli fırtınalar koparmış ve ayetlerle insanlara Allah yolunda yeni başlangıçlar sağlamışlardır. Ve insanlara hayat vermişlerdir.
Enfal Suresi 24. ayet: “Ey iman edenler! Sizi kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Resulü ile Allah’a icabet edin.” Görüyorsunuz, öyle değil mi? Hayat veren ayetlere davet eden peygambere icabet etmemizi, uymamızı ister ki Rabbimiz karanlıklarda kalmayalım.
Bakın Rabbimiz ne diyor En’am Suresi 122. ayet: “Ölüyken hidayetle dirilttiğim, kendisine insanlar arasında yürüyecek bir iman verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan çıkamayan kimse gibi olur mu?” Rabbimiz bunu diyor. Bizler karanlıkta kalmayı tercih etmeyelim. Karanlıklar insanı bunaltır, bunalıma sürükler, çok kötüdür. Allah’ın razı olmadığı her iş karanlıktır. Ama farkında mıyız? Farkına varmamız biraz zor değil mi? Farkına varamıyoruz. Neden biliyor musunuz? Ayetin devamına bakalım: “Fakat kafirlere yaptıkları böyle yaldızlı gösterilmektedir.” Yaptıkları, inkar eden insanlara nasıl gösteriliyor? Süslü gösteriliyor.
Karanlıkta kalan insan ne yapar? Helali haram, çirkini güzel, yanlış davranışı süslü görür. Yoksa ayetlere bizler şiir gözüyle mi bakıyoruz da ciddiye almayıp karanlıklarda kalmayı seçiyoruz? Bu yaldızlara, bu süslere aldanıp kötülükleri hayatımızdan, kendimizden savuramıyoruz. Gerçekten şiir gözüyle mi bakıyoruz biz Kur’an’a?
Yasin Suresi 69. ayet: “Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik, zaten ona şairlik yaraşmazdı da. Onun söyledikleri ancak Allah’tan gelmiş bir zikir ve apaçık bir Kur’an’dır.” Bunu buyurdu Rabbimiz ama maalesef… “Rabbim, şiir kitabı bile olsa senin Kur’an’ını daha çok okurduk.” Özür Rabbim, özür… Bize gönderdiğin kitabı layıkıyla tanıtamadık Rabbim. Bizler yapamadık, iyi örnekler olamadık. Ayetleri savurdukça savuran, anlattıkça anlatan peygamberlerin yolundan gidemedik. Senin bu kitabına gereken değeri veremedik. Özür Rabbim, özür…
Doğru Yayma Biçimleri ve İnsanlara Rehberlik
Bir şeyin ortaya çıkması, yıllarca yağmur yağmamış bir toprağa yağmur düştükten sonra oradaki bitkinin yeşermesi, ortaya çıkması gibi bir durumdur bu. Rabbimiz “yaydıkça yayanlara” buyurdu. Bir düşünelim, insanlar neyi yayar? Tabii ki dedikoduyu yayar. Hem de dedikoduyu çok hızlı yayar. Şimşekten daha hızlı yayılır kötü laflar, kötü dedikodular, iftiralar. O kadar hızlı yayılır ki, Rabbimiz Hucurat Suresi 6. ayette ne buyurdu? “Ey iman edenler! Eğer size bir fasık bir haberle gelirse…” diye buyurdu. E, fasık güzel haber mi getirir? Getirmez. Fasık işte iyi haber getirmez. Rabbimiz Hümeze Suresi’nde onlara yazıklar olsun diyor; dedikodu yapanlara, kötü lafı taşıyanlara, arkadan konuşanlara ve çok şiddetli, kalplere kadar işleyen bir ateşi ceza olarak veriyor. Bu yaymanın sonucu bu olunca, böyle yayma nasıldır? Kötü bir yaymadır. Hoşumuza gitse de dedikodu saatlerimiz olsa da böyledir.
Ama doğrusu peki bu mudur? Hayır! Doğrusu Maide Suresi 2. ayette Rabbimiz bize söylüyor: “İyilik ve takva üzerine yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın” diye Rabbimiz buyuruyor. Öyle işte. Kimi insanlar girdiği yeri mutlu eder çünkü o hayır konuşur, güzellik konuşur, iyilikler konuşur. Kimi insanlar ise çıktığı yeri mutlu eder çünkü o bozguncudur, dedikoducu, insanların hep moralini bozar, hayırsız konuşur. Bizler insanlarla muhabbetimizde Allah aşkına neyi konuşuyoruz? Neyi anlatıyoruz?
İnsanlar başka ne yayar? Tabii ki gösteriş yapar. Malıyla, mülküyle, arabasıyla, eşiyle, çocuğuyla, hatta aldığı basit bir tabakla bile gösteriş yapar. “Bak bunu aldım” diye söyler. Hatta o kadar gösterişe düşkündür ki bazıları Allah rızası için kıldığı namazda bile bunu yapar. Namazlarda okuduğumuz, hepimizin genelde bildiği Maun Suresi’nin 6. ayetinde bunu görüyoruz: “Onlar ki namazlarıyla insanlara gösteriş yapmaktadırlar” diye buyurur Rabbimiz.
İşte bazı insanlar nasılsa gösterişi yayar. Bazı insanlar da cimriliği yayar. Bayağı aman aman bir şeymiş gibi, marifetmiş gibi bunu da tavsiye eder. Hadid Suresi 24. ayet: “Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emrederler. Kim yüz çevirirse, Allah zengindir, övgüye layıktır.” Ne yaparlarmış? Cimrilik edip insanlara da cimriliği emreden insanlar bunlar. Ne derler? “Doyur doyur nereye kadar?” derler. “Paranı harcama onlara, boş ver. Başının çaresine bakarlar” derler. “Akraban dardayım, boş ver! Anne babanın ihtiyacı varmış, boş ver! Diğer evlatları yapsın” diyenler… Neyi yaydığınızın farkında mısınız? Cimriliği yayıyorsunuz. Hiç mi Allah’tan çekinmiyoruz? Bu münafıkların özelliğidir, onların karakteridir.
Tevbe Suresi 67. ayete bakalım: “Münafıkların erkekleri de kadınları da birbirinin aynısıdır. Kötülüğü emreder, iyiliği yasaklar ve ellerini sıkı tutarlar, yani hayır yapmazlar, cimriler. Allah’ı unuttular da Allah da onları unuttu. Hidayetten mahrum etti. Muhakkak ki münafıkların hepsi fasıktır.” Görüyorsunuz değil mi? Cimri olanlara Rabbimiz ne diyor? Münafık diyor! Hiç de yumuşatmaya gerek yok, ayetler ortada.
Bir de iyi olanlar var. İyi olanları nerede görüyoruz? Tevbe Suresi 71. ayette görüyoruz: “Erkek kadın bütün Müminler ise birbirlerinin velileridir. İyiliği emreder, kötülükten sakındırır, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler…” Görüyorsunuz, öyle değil mi? “Zekatı verirler” diyor, cimri değil gerçek Müslümanlar, inanın cimri değil, sadece münafıklar “Aman bitmesin!” derdindedir. İşte cimrilik de kötü bir yaymadır.
Ayetleri Yaymak ve Kurtuluşa Ermek
Bir yayma daha var ki, iyiliği yayarlar, güzelliği yayarlar. Hatta onların bir yerlere gidip gelmesi bile Allah için olur. Allah’ın mesajlarını yaymak için, Allah adına bir etki, bir iz bırakmak için olur. İyiliği göstermek, kötülükten vazgeçirmek içindir. Bunun için çabalar bu kimseler. Tıpkı Allah tarafından gönderilen peygamberler gibi ayetleri yayarlar ve kurtuluşa erer bu insanlar. Delilimiz mi? Ali İmran Suresi 104. ayet: “Hem sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki, onlar hayra çağırsınlar, iyiliği emretsin, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” Hem kendisi kurtulur hem de başkalarını da kurtulmaya çağıran insanlar bunlar.
“Ben namaz kılıyorum, az da olsa Kur’an okuyorum, yeter” demeyen, hayatıyla insanları Allah’a çağıran insanlardır bunlar. Bu insanlara baktığında ne olur biliyor musun? Kur’an’ın kokusunu alırsın, Allah’ı hatırlarsın. Bir başkadır onların oturuşu, duruşu, bakışı, konuşması; bir farklıdır. Allah için olduğu her halinden bellidir bunlar. Kur’an’da bu ayetleri yayan insanlar o kadar değerli, o kadar değerli ki Kur’an ile din alimleri savaşa çıkmamalıdır. İşte o kadar değerli. Delilimiz mi? Tevbe Suresi 122. ayet: “Bununla beraber müminlerin hepsi birden toplanıp savaşa çıkacak değillerdir. Fakat her kesiminden birer grup toplansa da dinde fıkıh öğrenseler ve döndükleri zaman kavimlerini uyarsalar gerekir ki sakınırlar.”
Din alimleri zaten cahillerle savaşıyor, cahilliklerle savaşıyor. En zor savaş da o zaten. İnanın Musa peygamberin duası çok doğru. Bakara Suresi 67. ayette “cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” diye Musa Peygamber yalvardı Rabbine. Musa peygamberi, inanın, anlamamak elde bile değil. Kur’an’da Rabbimizin en fazla bahsettiği Musa Peygamber bile bu duayı ediyorsa, bu Kur’an’ı anlatan, yayan o güzel insanlar neler çekiyor, bir düşünün artık.
Ayetleri bu iyi insanlar anlattıklarında zorluklarla karşılaşıyorlar, bir sürü zorluklarla karşılaşıyorlar ama yine de kötülüğe koşmuyor, dedikodu yapmıyorlar, bozgunculuk yapmıyorlar, hayırsız kelimeler konuşmuyorlar. Allah’a ve Peygamber’e sesini yükseltmiyorlar. Hucurat Suresi 2. ayette Rabbimiz ne buyurmuştu? “Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin, ona birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle bağırmayın” diye buyurmuştu, öyle değil mi? Ya şimdi peygamber yok ki, nasıl sesimizi yükselteceğiz diye sorarlarsa? Ne yaptı? Çay partisinde, kahve saatlerinde ayetler, hadisler, iyilik konuştu. Yoksa saatlerce oturup “Kim ne yapmış, kimin kızı kaçmış, kimin kocası?” muhabbetine girmedi bu insanlar. İstese girer miydi? Girerdi öyle muhabbetlere ama girmedi. Ayetleri konuştu, hadisleri konuştu, güzellikler konuştu ve iyiliklerde yarıştı. Bunlar ne güzel insanlar!
Rabbimiz Mürselat Suresi’nde peş peşe gönderilenlere, ayetleri anlatarak kötülükleri savurdukça savuranlar, ayetleri, Rabbinin kelamını yaydıkça yayanlara diye buyurdu. Sonra ne dedi? Bu ayetleri yayanlar ne yaparmış? İyiyle kötüyü ayırt edermiş. Furkan kelimesi var, Faruk kelimesi aynı yere geliyor. “Fırka” kelimesi ayırmak demek. “Ferkan” ayırdık, ayıranlara. Buradaki Faruk nedir? İki şeyi birbirinden ayırmak demektir. Kur’an’da ise hak ile batılı birbirinden ayıran, iyiyle kötüyü, güzel ile çirkini ayırmak demektir, farkları fark edebilmektir.
Furkan Suresi 1. ayet: “Ne yücedir o ki, bütün alemlere bir korkutucu olsun diye kuluna Muhammed’e hakkı batıldan ayıran Furkan’ı indirdi.” Kur’an, Furkan olmamızı sağlayan bir rehber bizim. İyiyle kötüyü ayırt etmemizi, ona göre davranmamızı sağlar. Zaten ayetleri okumamız bizi Furkan etmiyorsa neye yarar ki? Neye yarar bu okuma?
Örnek veriyorum: İhlas Suresi’ni, bilen insanla bilmeyen insan arasında fark olmalı, Furkan olmalı. İhlas Suresi’ni bilen insan bir başka olmalı. Allah’a hiçbir şeyin denk olmadığını, sadece ama sadece O’nun emirlerine uymak gerektiğini bilmeli. Doğruluk ile menfaat arasında kaldığında, “Doğruluğu emretti Rabbim” diyerek ona göre davranabilmeli. Niye öğrenir ki? Boşa okumuştur İhlas Suresi’ni, sadece vaktini harcamıştır o sureye, doğruyu okuyup yanlışı seçmiştir. Bu sebeple okuduklarımız bizi Furkan yapmalı, yani iyiliği ve kötülüğü ayırt eder yapmalı ki bu gerçek okumuşluk.
Takva ve Ayetleri Öğüt Bırakmak
Peki bir insan nasıl Furkan olabilir? Nasıl iyiyle kötüyü ayırt edebilir? Enfal Suresi 29. ayet: “Ey iman edenler! Allah’tan korkarsanız, o size iyiyle kötüyü ayıran bir anlayış verir ve tarafından günahlarınızı örter ve sizi bağışlar.” Görüyorsunuz, öyle değil mi? Eğer biz Allah’tan korkarsak, Rabbimiz ne olur? Bize Furkan anlayışını verir, yani iyiyle kötüyü ayırma anlayışını verir, bize ayetleri verir. Ama Allah’tan korkmayana bu anlayışı verir mi? Vermez. Zaten o Allah’tan korkmuyor ki her kötülüğü yapar ki, umrunda bile değildir. Allah korkusu yoksa yapabilir miydi kötülük? Yapabilir miydi? Yapamazdı.
Peki bu insanlar, bu Furkan’ı isteyen insanlar, Allah’tan ne kadar korkar? Bir derecesi var mı bunun? Tabii ki var. Teğabün Suresi 16. ayet: “Onun için gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun, dinleyin.” Görüyorsunuz, öyle değil mi? Rabbimiz ne diyor? “Gücünün yettiği kadar” diyor. Gücünün yettiği kadar davranır zaten insan, öyle değil mi? Daha fazlasını yapabilir mi? Yapamaz. Ama burada şuna da dikkat edelim: “Gücünüz yettiği kadar” dedi ama “varsa yaparım, yoksa yapamam” değil. İyiyle kötüyü ayırt etme noktasında düşünürüm, ayetleri araştırırım, bulurum. O noktada bu yoksa gücünün yettiği kadar ifadesini yanlış anlamış oluruz. Ayete bakacaksın ve ayetteki neyse onu hayata uygulayacaksın. Doğrusu bu arkadaşlar.
Ayetleri okuyup yaşadığı toplumla, dini inanışlarla ayetlerin arasındaki farkı fark eden insan ne yapar? Bu insanın yaptığı ilk iş nedir? Tabii ki gittiği, ulaştığı yerlere ayetleri öğüt olarak bırakmaktır. Burada zikir kelimesi geldi. Zikir, Kur’an’ın diğer adlarından birisidir. Anma, hatırlama, düşünme, öğüt alma gibi manaları var. Ayetleri gören insan, iyiyle kötü arasındaki farkı fark etmez, ne yapar? Bunu fark eder etmez bunu başka insanlarla paylaşmak ister, onların da hayrı, güzelliği görmesini ister ve onlara öğüt verir. Sadece kendisine Müslüman olmaz. Ayetler insanlara ulaşsın diye çırpınır ve bunu en büyük dert edinir. Başka dertleri yok mudur bu ayetleri anlatan insanın? Tabii ki vardır ama bilir ki o mal, evlat, eş imtihanları Allah’tan gelen imtihandır. Bunu bildiği için Allah’tan gelen imtihana razı olur. Ayetleri ulaştırma görevini en iyi şekilde ulaştırır. Bu sorumluluğu en büyük ve en güzel dert edinir. Rabbimiz burada bu ayetleri anlatan insanlara Rabbimiz burada yemin ediyor. Ne büyük bir şeref değil mi? Eğer sizler bu şerefi istiyorsanız, buyurun ayetleri insanlara ulaştırın.
“Ya ben öğüt bırakmayayım, mal mülk bırakayım, çeşme yaptırayım, işte şunu edeyim, bunu edeyim” diye hep düşünürüz ya. Peygamber Efendimiz ne yapmış? Peygamber Efendimiz bunları bırakmış mı? Mal mülk bırakmış mı geridekilere? Hayır! Sadece bizi Kur’an’ı bırakmakla da kalmamış, Peygamber Efendimiz sahabeleri de bırakmış. Çünkü öldüğünde bu ayetleri anlatma görevi sürmeli, bu görev bitmemeli. Bu sebeple insan insana bırakmalıdır bu dünyaya: iyi bir evlat, iyi bir arkadaş, iyi bir Müslüman bırakmalıdır.
Maide Suresi 32. ayette: “Kim de bir adamın hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur” diye buyuruyor. İnsanları Kur’an’la yaşatırsın, Kur’an’la kurtarırsın. Zaten Kur’an’la yaşamayan insan ölüdür arkadaşlar.
Rabbimizin “bir öğüt sonra bırakanlara” ayetine rağmen, Müddessir Suresi 2. ayette “Kalk artık uyar!” ayetine rağmen, “Ya ben ayetleri insanlara ulaştıramam” mı diyeceğiz? Müddessir Suresi’ni gerçekten de iyi bir şekilde anlamaya sizi davet ediyorum. Sadece burayı ama, burayı, “Kalk artık uyar!” ayetini anlamanızı istiyorum. Bu ayette şiddetli bir emir var. Hatta bu emri yerine getirmek öyle bir kalkış olmalı ki, anında olmalı, hiç beklememeli. Çünkü bu emir, sevenin sevdiğine karşı görevidir. Rabbimiz emrediyor bunu. Rabbimizi de seviyoruz, öyle değil mi? Öyleyse emrine hemen koşmamız gerekmiyor mu? İnsan sevdiğinin emrine hemen kalkmalı, hemen yerine getirmelidir, değil mi? Hadi durmayalım. Peygamber Efendimiz bu ayet indiğinde “Bana ne” demedi, “İşim var” demedi, “İlgilenmem gereken çocuklarım var” demedi, “Sonra yaparım” demedi. Geçimini hemen insanları uyarmaya devam etti. Yoksa bizim çok bahanelerimiz mi var bu ayete karşı? Bahanelerimiz mi var? Lütfen bahanelerimiz olmasın. En çok sevdiğimiz Rabbimizin emirlerini yerine getirelim, durmayalım. Hadi ayetleri öğüt olarak bırakalım insanlara.
Bahaneler ve Diriliş İnancı
Özür, insanın hatasını sileceği bir işe yaramasıdır. Örnek veriyorum, ben Fatma’ya bir yanlışlık yaptım, o yanlışlığı silmek için ne yaparım? Bir bahane ararım, öyle değil mi? Biz buna ne diyoruz? Özür diyoruz, mazeret diyoruz. Bir nevi gönlünü alma gibi.
Bizler ayetleri öğrendik, ne yapacağız? Önce hayatımıza uygulamaya çalışacağız, sonra da diğer insanları uyaracağız. Unutma, herkes herkesi uyarmakla mükelleftir, sorumludur. Ya bu Allah’ın emridir! “Ya ben doğruları öğrendim, sadece ben kendim yaşayacağım” diye bir şey yok. Doğruları öğrenen, ayetlerle farkları fark eden insan ne yapar? Bunu başkalarıyla paylaşır, paylaşmak zorundadır zaten. Kötülerin çekiciliğini ortadan kaldırıp iyiliğe çekme gayretinde olmalıdır. Suçun çekiciliğini ortadan kaldırmak gayretinde olmalıdır bu insan.
Nedeni mi? Cumartesi yasağı kıssasında Araf Suresi 163. ayet: “Ve onlara denizin kenarında bulunan beldeden sor. O zamanki onlar cumartesi gününde haddi aşıyorlardı. O vakit onlara cumartesi günlerinde balıklar çokça ortaya çıkarak gelirlerdi. Cumartesinin dışındaki günlerde ise gelmezler. İşte onları yoldan çıkmaları sebebiyle böylece imtihan ederiz.” Bu cumartesi yasağı dedikleri olay ne biliyor musunuz? Bir halk var, deniz kenarında bir halk var. Bu halk diyor ki: “Rabbim, biz sana sadece cumartesi günleri ibadet edelim, sadece cumartesi günü. Diğer günler işimize gücümüze bakalım” diyorlar. Ama cumartesi günü geldiğinde ne yapıyorlar? Yine sözlerini tutmuyorlar. İmtihan bu ya! Balıklar o kadar çoğalıyor, o kadar çoğalıyor ki hile yapmaya başlıyorlar. Ağları cuma gününden atıyorlar, cumartesi günü balıklar tutuluyor ve pazar günü çekiyorlar. Böyle hile yapan bir kavim.
Bunlara bir kısım insanlar seyirci kalıyor, bir kısmı da seyirci kalmıyor. Ayetin devamına bakalım: “Ve içlerinden bir ümmet, ‘Niçin Allah’ın helak edeceği veya şiddetli bir azapla azaplayacağı bir kavme öğüt veriyorsunuz?'” Şimdi bir tarafta yasağı çiğneyen bir halk, diğer tarafta da onları uyarmak isteyen birileri var, iyiler var. Bir de orta halli, etliye sütlüye karışmayan insanlar var. Bu orta halli olanlar ne diyor? “Allah’ın helak edeceği, şiddetli azaba uğrayacaklar, niye öğüt veriyorsunuz?” diyor. Ve o öğüt verenler, o iyiler ne diyor biliyor musunuz? Bakalım: “Rabbimize özür dileyebiliriz, belki Allah’tan korkar, sakınırlar” diyor. Özür dileyebilmek, gerekçe olması için. Müddessir Suresi 2. ayeti az önce gördük, “Kalk ve uyar!” ayetini az önce gördük. Bu ayeti yerine getirmek gerekiyor, öyle değil mi? Rabbimiz bize sorduğunda “Bu ayeti uyguladım mı?” dediğinde, bizim özür gerekçemiz olsun. Rabbimiz anlattık diyelim, söyledik diyelim. Sadece seyredenler olmayalım, cumartesi kıssasında olduğu gibi. Bazıları ayetleri öğrenince durmuyor, çevrede olan kötülükleri seyretmiyor. Ne kadar güzel, öyle değil mi?
Şimdi ayetleri öğrendikçe bizler de değişmeliyiz, bir farklı olmalıyız ya. Şimdi okuyacağım ayette iki tane durum var. Birincisi ayetleri okudukça haz alanlar, mutlu olanlar; diğer ise tam tersi. Beraber inceleyelim:
Tevbe Suresi 124. ayet: “Bir sure indirilince işlerinden biri çıkar, ‘Bu hanginizin imanını arttırdı?’ bakalım der.” Buradaki alayı görebiliyor musunuz? Alay ediyorlar. Diğer grup ne yapar? İmanlı olanlar ne yapar bakalım: “Fakat imanı olanların imanını arttırmıştır ve onlar müjdelenir, sevinirler.” Ayetleri öğrendikçe imanı artan ve bununla beraber sevinç ve neşe oluşturan insanlar. İşte bu Kur’an iman edenlere farklı tesir ediyor. Okuduğu ayette davranışı değişiyor. Kitaplı Müslümanlık, Kur’an’ı bilerek edilen Müslümanlık… İşte bu bir farklı oluyor.
Bir akrabama şöyle baksan, dinle alakası yok dersin. Muhabbet ederken konu bu zamanda mal mülk sahibi olmak için bankalardan faiz almaya geldi. Kesinlikle o faiz işine bulaşacak o kadar emindi. “Allah’a ve Peygamber’e savaş açsan sen mi kazanırsın, yoksa Allah ve Peygamber mi?” dedim. “Tabii ki Allah ve Peygamber” dedi. Hep çantamda taşıdığım Kur’an’dan Bakara Suresi 275 ve 279 arası ayetlerigösterdim. “Bir baksana” dedi, “Şurayı bir okuyuver.” Baktı ve sonra ne dedi biliyor musunuz? “Artık faizle işim olmaz, gözümle gördüm” dedi. “Ben bu işlerime başka çare bulmalıyım” dedi. Sonra beni gördüğünde “İyi ki ayetleri göstermişsin! Ayetleri görmeseydim faize girecektim” dedi. Kalbimden şu döküldü: “Ayetler ne kadar güzel, ne kadar güzel Rabbimizin sözleri!”
Diriliş Gerçeği ve Sorumluluğumuz
Muhakkak ki o şeylere ki, eğer biz peş peşe gönderilen peygamberlere uymazsak, ayetleri onlar gibi savunmazsak, insanlara yaymazsak, iyiyle kötüyü ayırmazsak, öğüt olarak insanlara bırakmazsak ne olur? Rabbimiz bize bir korku veriyor: “Vaat olduğunuz şey elbette gerçekleşecektir” diyor. Eğer bunları yapmazsak ne olur? İşte o zaman bu Kur’an’ı yalanlamış oluruz. Diliyle söylemesek de hareketlerimiz bunu söyler. Allah aşkına hangimiz cahillikle karşılaştığımızda Kur’an’la bu cahilliği devirmeye çalışıyoruz? Hangimiz Kur’an’ı yayıyoruz? Hangimiz Kur’an’da bahsedildiği gibi miras hakkımıza razı geliyoruz? Kur’an’ın dediği gibi hayat yaşıyoruz?
Lütfen bu ayete çok dikkat edelim. Rabbimiz bu ayette bir korku veriyor: “Şüphesiz vaat olduğunuz şey gerçekleştirilir.” Burada vaat olunan şey ölmeleri değildir. Çünkü “ölüm var mı?” diye çocuğa bile sorsan “ölüm var” der, bunu kabul etmiştir zaten. Hepimiz ölümü kabul ediyoruz, dilde de olsa hepimiz ölümün olduğunu biliyoruz, değil mi? Bilmeyen var mı? Yok.
Buradaki asıl sorun ne biliyor musunuz? Asıl sorun ölümden sonra dirilmeyi ve hesap vermeyi kabul etmemeleri insanların. Adeta buna yemin eder gibi bunu davranışlarıyla göstermeleri. Nahl Suresi 38. ayet: “Allah ölen kimseyi diriltmez diye olanca yeminleriyle Allah’a yemin de ettiler.” Öyle davranıyor ki bu insanlar, “Yuh!” diyorsun, “Bu kesinlikle dirilmeye inanmıyor” diye düşünüyorsun, hayretler içinde kalıyorsun. Söz veriyor, sözünü tutmuyor; yalan söylüyor; emaneti olan ailesine iyi davranmıyor; ağzından durmadan kaba kelimeler dökülüyor; kalp kırıyor; borcunu ödemiyor; çevresindekileri kandırıyor… İşte tüm Kur’an dışı davranışlarıyla adeta yemin ediyor dirilişin olmayacağını. Şaşırıyorsun, “Olmaz böyle Müslümanlık!” dedirtiyor sana.
Bizler ayetlerin bize vaat ettiği dirilmenin olacağını bilelim, ona göre davranalım. İki kaşımızın arasında tutalım bu bilgiyi, bir an bile unutmayalım, aklımızda tutalım. Gerekirse parmağımıza ip bağlayalım. Hani eskiler bir şeyleri kaybettiğinde ne yapardı? Unutmamak için parmağına ip bağlar. Ya bizler de yapalım, yeter ki unutmayalım. Hz. Ömer ne yapıyordu? Saçları beyazlanır var diyordu. Bizler saçlarımızı boyatıp da kendimizi kandırıyoruz, “ölüm yok” diye makyaj yapıp da kendimizi mi kandırıyoruz? Kandırmayalım, ölüm var! Bu gerçeği hiçbir zaman unutmayalım, bir an bile unutmayalım. Bakın Rabbimiz kıyamet vaktiyle, kıyamet saatiyle ilgilenmemiz için, bir an bile unutmamamız için Rabbimiz bizi uyarıyor ayetlerle, kendi sözleriyle bizi uyarıyor.