İNSAN SURESİ(4.BÖLÜM)

(23)Şüphe yok ki, Kur’an’ı sana elbette biz indirdik biz.

Kuran-ı Kerim’in Parça Parça İndirilişi ve Hikmetleri

Kuran’ın kelime anlamı olarak “nüzul,” parça parça, bölüm bölüm veya ayet ayet demektir. Bu, Kuran’ın tek seferde değil, zamana yayılarak indirildiğini ifade eder. Allah, Peygamber Efendimiz’e Kuran’ı bu şekilde indirerek bizlere nelerin istenip nelerin istenmediğini, hangi davranışlardan memnun olduğunu, neye nasıl karşılık vereceğini, hangi davranışları ödüllendireceğini ve hangi davranışları cezalandıracağını bildirmiştir. Bu, Kuran’ın Peygamber Efendimiz aracılığıyla bizlere ulaştığının en önemli göstergelerindendir.

Kuran’ın parça parça indirilmesi, bizler için büyük bir lütuftur. Kâfirler, Furkan Suresi’nin 32. ayetinde, “O Kur’an ona hepsi birden indirilseydi ya!” diyerek itiraz etmişlerdir. Ancak Rabbimiz, Kuran’ı Peygamberimizin gönlüne iyice yerleştirmek için bu şekilde, yani 23 yılda indirmiştir. Bu uzun süre, Kuran’ın gönlümüze tam olarak yerleşmesi ve anlamının iyice kavranması içindir.

Kuran’ı Nasıl Okumalıyız?

Kuran’ı okuduğumuzda her seferinde daha farklı manalar ve güzelliklerle karşılaşırız. Ancak bu okuma, aceleyle değil, dura dura ve anlayarak yapılmalıdır. İsra Suresi’nin 106. ayeti bu durumu şöyle ifade eder: “Hem onu bir Kur’an olmak üzere ayet ayet ayırdık ki, insanlara dura dura okuyasın.” Bu okuma şekli, Kuran’ın gönlümüze yerleşmesini sağlar. Gerçek okuma, Kuran’ın etkileyiciliği karşısında, daha önce ilim verilmiş kişilerin secdelere kapanmasıyla görülür. Bu tepki, Kuran’ın anlaşılmasıyla ortaya çıkan derin bir bağlılığın ve teslimiyetin göstergesidir.

Bizler de Kuran’ı dura dura ve anlaya anlaya okursak, aynı etkiyi görebilir ve her sorumuzun cevabının Kuran’da olduğunu anlarız. Kuran’da her şeyin bir karşılığı vardır ve aradığımız her şeyi orada bulabiliriz.

Kuran’da Her Sorunun Cevabı Var

Furkan Suresi’nin 33. ayetinde Rabbimiz, “Onlar sana hiçbir misal getirmezler ki (buna karşılık) sana gerçeği ve en güzel açıklamayı getirmiş olmayalım.” diyerek, en doğru ve en güzel açıklamayı kendisinin sunduğunu belirtir. Eğer bir ayette aklımıza bir soru takılırsa, diğer ayetlere bakarak o sorunun cevabını muhakkak bulabiliriz. Önemli olan, aramak niyetinde olmak ve Kuran’ı anlayarak okumaktır. Unutmayalım ki, Kuran’da her sorunun cevabı vardır; yeter ki biz onu anlamak için çaba gösterelim.

(24)O hâlde, Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan hiçbir günahkâra ve hiçbir nanköre itaat etme.

Rabbimiz bize sabretmeyi buyurur. Peki sabretmek nedir? Tembel tembel oturmak, miskin miskin beklemek midir? Hayır. Sabır, aslında bir direniştir. Zorluklara, güçlüklere, imkânsızlıklara, darlıklara ve felaketlere karşı dimdik durabilmektir. “Rabbim, bu imtihan senden geldi” deyip, bunu kabul edebilmektir.

Bir de kendi isteklerimize karşı sabır vardır. Kendi ihtiyacımız varken başkalarıyla paylaşmak, sevdiğimiz bir maldan içimiz yana yana vermek bu türden bir sabırdır. “Senin ihtiyacın varken bunu nasıl paylaşıyorsun?” diye sorarlar. Bu, nefsimize karşı gösterdiğimiz bir sabırdır. Nefsimiz bizi kötüye sürüklemek isterken, ona karşı direnerek güzel işler yapmaya çalışmaktır.

İşte Rabbimizin “Rabbinin hükmüne sabret” demesi budur; Rabbimizin hatırına sabretmek. Bizler de Rabbimizin hatırı için kötülüklerden uzak durmalıyız. “Rabbinin hükmüne sabret. Günahkâr ve nankörlere itaat etme.” ayeti de bunu destekler. Günahkârlara ve ayetlerin üstünü örtenlere uymamak da sabır ister.

Sabırla hareket ettiğimizde, Kur’an da kalbimize ayet ayet iner. Günahlarından uzak duran bir insan, Kur’an’ın hükümlerini anlayabilir ve hayatına uygulayabilir. Eğer günahlarla iç içe yaşarsak, Kur’an ne kalbimize ne de hayatımıza iner; onu anlayamayız.

Kur’an’ın altın bir ilkesi şudur: Hayatına uygulamak istiyorsan, günahkârlarla ve ayetlerin üstünü kapatanlarla birlikte olma. Bu, hayatımızda hiç günah olmasın demek değildir; çünkü hiç günahımız olmasaydı melek olurduk. Rabbimiz, günahı bir alışkanlık haline getirmememizi istiyor. Unutmamalıyız ki, Kur’an’a temiz olanlardan başkası dokunamaz ve onu anlayamaz.

Nankör ve Günahkârlar Karşısındaki Tavrımız

Çevremizde çok sayıda nankör ve günahkâr insan olabilir. Onlara karşı nasıl bir duruş sergilemeliyiz?

Yunus Suresi 41. ayet bize yol gösterir: “Eğer seni yalanlamakta ısrar ederlerse de ki: ‘Bana benim yaptığım, size de sizin yaptığınız. Siz benim yapacağımdan uzaksınız, ben de sizin yapacağınızdan uzağım.'” Bu, onların günahlarına hevesli olmamamız ve kendi yolumuzda kararlı durmamız gerektiğini ifade eder. “Ben Kur’an’ın şu ayetine uyuyorum, bu benim kırmızı çizgim” demeliyiz.

Rum Suresi 30. ayette ise Rabbimiz Peygamberimize şöyle der: “Resulüm, sen şimdi sabret. Bil ki Allah’ın vaadi gerçektir. Buna iyice inanmamış olanlar sakın seni gevşekliğe sevk etmesin.” Bu uyarı bizim için de geçerlidir. Başkalarının dünyaya meyli ve günahkâr davranışları bizi gevşekliğe sevk etmemeli. Onların karşısında dik durmalı ve kesinlikle gevşeklik göstermemeliyiz.

(25)Sabah akşam Rabbinin adını an.

Rabbimiz, “Rabbinin hükmüne sabret, günahkârlara ve nankörlere uyma, onlara itaat etme” dedikten sonra, sabır gösterebilmemiz için bize bir yol daha gösteriyor: “Sabah akşam Rabbinin ismini zikret.” Demek ki, zorlandığımız zamanlarda Rabbimizin adını anmak bizim için çok önemli.

Zikir Nedir ve Nasıl Yapılır?

Peki, burada bahsedilen zikir sadece elimize tespih alıp bir köşeye çekilmek midir? Hayır. Zikir iki çeşittir:

Dille yapılan zikir: Allah’ın adını anmak.

Hareketlerle yapılan zikir: Allah’ın emirlerini bilip hayatımıza uygulamak.

Eğer hayatın içinde hareketlerimizle zikri uygulamazsak, yani iş hayatımızda dürüst olmazsak, merhametli ve adaletli olmazsak, zikri tam anlamıyla yapmış olmayız.

Bu durumun delili Âl-i İmrân Suresi 191. ayettir: “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler ve ‘Rabbimiz, sen bunu boş yere yaratmadın. Seni tenzih ederiz, o halde bizleri Cehennem azabından koru’ derler.”

Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, müminler sadece belirli bir durumda değil, hayatın her anında, her halinde zikir yaparlar. Düşünürler, tefekkür ederler ve Allah’ın yaratılışındaki hikmetleri kavrarlar.

Gerçekten zikir yapabilmek için hayatımızı zikirle başlatmalıyız. Kur’an geceyle başlar, hayatı geceyle başlatır. Bizler de zikrimize gece başlamalıyız. Gece Kur’an okumalı, öğrenmeli ve gündüz de öğrendiklerimizi hayatımıza uygulamalıyız.

Rabbimiz devam eden ayetlerde şöyle buyurur: “Uzun bir gecede onu tespih et.”

(26)Gecenin bir kısmında O’na secde et; geceleyin de O’nu uzun uzadıya tespih et.

Secde, Allah’a yakınlaşmanın ve O’na itaatin bir simgesidir. Peki, Kur’an’da bahsedilen tesbih ne anlama gelir? 

Kur’an’da, önceki ayette zikretme emrinin ardından tesbih emri gelir. Bu, zikretmenin aslında tesbih etmek olduğunu, yani Allah’ı öğrenip hayata uygulamak anlamına geldiğini gösterir. Bu düşünceyi zihnimizde canlı tutmak için, her işimizde Rabbimizin adını anmalıyız.

Sözlük anlamı olarak tesbih, suda batmamak için kulaç atmaktır. Bu tanım, tesbihte bir hareketin ve eylemin varlığını vurgular. Diğer bir anlamı ise, bir varlığın yaratılış gayesine uygun hareket etmesidir. Rabbimiz, Zariyat Suresi 56. ayette cinleri ve insanları kendisine kulluk etmeleri için yarattığını belirtir. Buna göre, Rabbimize kulluk etmek, yani dürüst, adaletli olmak, kimsenin kalbini kırmamak ve Kur’an’ın emirlerine uymaya çalışmak, O’nu gerçek manada tesbih etmektir.

Doğa ve İnsan Hayatında Tesbih

Kur’an’da dağların ve kuşların tesbihinden bahsedilir. Bir kuşun tesbihi, güzel ötmesidir; bir çiçeğin tesbihi, güzel kokmasıdır. Güneşin ve ayın yaratılış gayesine uygun şekilde düzenli hareket etmesi de tesbihin bir parçasıdır. Bu örnekler, tesbihin süreklilik içeren bir eylem olduğunu gösterir. Bu sürekliliği hayatımızda gerçekleştirebilmemiz için Rabbimiz, İsra Suresi 79. ayette bize şöyle seslenir: “Gecenin bir kısmında sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk ve Kur’an ile Teheccüd namazı kıl. Rabbinin seni bir Makam-ı Mahmud’a (ahiretteki şefaat makamına) göndermesi yakındır.”

Bu emir, gecenin bir kısmında uyanıp Kur’an’ı yavaş yavaş, anlamaya çalışarak okumayı ve gündüz de öğrendiklerimizi hayatımıza uygulamayı, diğer insanlara anlatmayı içerir.

Bu emirlerden sonra, metinde Rabbimizin “Geceden de secde et ve uzun gecelerde O’nu tesbih et”emrine geçilir.

(27)Şunlar (inanmayanlar) dünyayı tercih ediyorlar ve çetin bir günü arkalarına atıyorlar.

İnsanlar genellikle acil olan dünya hayatını tercih eder, çünkü karşılığı hemen görünür. Ancak, ağır gün olarak nitelendirilen hesap gününü sürekli olarak ertelerler. Kıyamet Suresi’nin 20. ayetinde Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Siz, çarçabuk geçmekte olan dünyayı seviyor ve ahireti terk edip bırakıyorsunuz.”

İnsanlar, uzun gecelerde Rablerini tesbih etmeyerek ve gündüzleri O’nun emirlerine uymayarak bu şekilde davranırlar. Bu kişiler, dünya hayatını öncelik hâline getirir, ahireti erteler, geceleri kalkıp Rablerini anmak için uykularını bölmezler. Çünkü onlar için uyku tatlıdır ve dünya hayatının tadını çıkarmak isterler.

Bu kişiler, Rabbimizin sözü olan Kur’an’ı tanıyıp hayatını ona göre düzenleme gayretinde olmazlar. Çok sevdiklerini söyledikleri peygamberleri de tanımazlar. Rahatça yatağında uyuyan ve acil olanın, yani uykunun tadını tercih eden bu kişiler, sonuç olarak ağır bir günle karşı karşıya kalırlar.

(28)Onları biz yarattık ve eklemlerini (birbirine) biz bağladık. Dilediğimizde (onları yok eder) yerlerine benzerlerini getiririz.

Allah Teâlâ insanı, O’na ulaşacak ve bağ kuracak potansiyelde bir yetenekle yaratmıştır. Eğer bu bağ kurulmazsa, Fâtır Suresi 16. ayette belirtildiği gibi, Allah dilerse o topluluğu yok eder ve yerlerine yeni bir topluluk getirir. Bu durum, Allah için zor bir şey değildir.

Bu bağlamda, İnsan Suresi 8. ve 9. ayetler bize önemli bir örnek sunar. Bu ayetlerde, yoksula, yetime ve esire, kendi ihtiyaçları olmasına rağmen, sadece Allah rızası için seve seve yemek yedirenlerin davranışları anlatılır. Onlar bu yardımları yaparken, karşılığında kullardan bir karşılık veya teşekkür beklemezler.

En sonunda ise herkes, bu dünyadaki yaptıklarının hesabını vermek üzere Rabbine dönecektir.

(29)İşte bu bir öğüttür. Dileyen, Rabbine ulaştıran bir yol tutar.

Bu ayetler birer öğüt ve uyarıdır. Dileyen, bu öğütleri alır ve Rabbi’ne ulaşan bir yol tutar, O’nunla bağını kuvvetlendirir. Peki, bu bağı nasıl kuvvetlendirebiliriz?

Kur’an ile Bağ Kurmak

Yunus Suresi 57. ayet bize bu konuda rehberlik eder: “Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerinizdeki dertlere bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.”

Kur’an, gönlümüze şifa olsun diye indirilmiştir. Paslanmış, sıkıntılı ve daralmış gönlümüz Kur’an ile hayat bulur ve huzura kavuşur. Ayetleri bir harita gibi benimseyip hayatımıza uyguladıkça, Allah ile aramızdaki bağ güçlenir.

Ayetleri Kabul Etmekte Direnenler

Ancak bazı insanlar, arzularına ve isteklerine uymayan ayetleri gördüklerinde, bu ayetlerin değişmesini isterler. A’raf Suresi 203. ayette bu durum şöyle anlatılır: “Sen onlara arzularına göre bir ayet getirmedin’ derler.”

Böyle bir kişi, ayetleri görür ancak “ama” ile başlayan cümlelerle kendi isteklerini onaylatmaya çalışır. Onlar için ayetler, baş tacı edilmesi gereken emirler değil, tartışmaya açık konulardır.

Örnek olarak, birine kime yardım etmesi gerektiğini sorar ve siz ona Bakara Suresi 215. ayetigösterirsiniz: “Sana nereye infak edeceklerini soruyorlar. De ki: ‘Verdiğiniz nafaka anne, baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolcular içindir.'”

Fakat bu kişi, “O akrabam tarlamın takımını çaldı, ona yardım etmem,” veya “tavukları bahçeme girdi” gibi bahanelerle ayetin gerekliliğini reddeder. Bu tavır, diliyle ayetin değişmesini istemese de, davranışlarıyla bunu ortaya koyar.

Başka bir örnek olarak, Nur Suresi 22. ayeti gösterirsiniz: “İçinizden fazilet ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere sadaka vermekten kusur etmesin, onları affetsin ve aldırmasın.”

Böyle bir kişiye bu ayeti gösterdiğinizde, “Aman sen de çok abarttın” diyerek konuyu değiştirmeye çalışır. Bu, Allah’ın yolunu bulmak istemeyen, ayetleri gördüğü halde sürekli “ama” diyen bir insan tipidir.

Bizler, bu tür davranışlardan uzak durmalı ve ayetleri gönülden benimseyip hayatımıza uygulamalıyız.

(30)Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bazı insanların “Allah dilerse ben dilerim, her şey O’na bağlıysa benim dilemem boş” diyerek Kur’an okumayı bırakmaları oldukça üzücü bir durumdur. Bu, ayetlerin bütününden uzaklaşarak, sadece bir kısmını anlamaya çalışmanın sonucudur.

İnsanın Seçim Özgürlüğü ve Sorumluluğu

Allah, insana tercih etme hakkı vermiştir. Eğer bu hakkı vermeseydi, kimsenin bir seçimi ve dolayısıyla bir sorumluluğu da olmazdı. Yunus Suresi 99. ayette Rabbimiz şöyle buyurur: “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki herkes toptan iman ederdi. O halde insanları inanmaları için sen mi zorlayacaksın?”

Allah, yarattığı halde insanı zorlamamıştır. Aksine, Kehf Suresi 29. ayette şöyle buyurur: “Ve de ki: ‘O hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.'” Bu ayetin devamında ise, inkâr edenler için hazırlanmış azabın şiddeti anlatılır. Bu durum, Allah’ın bize seçim özgürlüğü verdiğini, ancak bu seçimlerin sonuçlarına katlanmamız gerektiğini gösterir.

Tıpkı bir öğrencinin sınavda doğru ya da yanlış cevap vermesi gibi, insan da hayat sınavında iyiliği veya kötülüğü seçme hakkına sahiptir. Ancak her seçimin bir sonucu vardır. Bu irade ve seçim özgürlüğü, sadece insana verilmiş özel bir lütuftur. Melekler, taşlar, bitkiler gibi diğer varlıkların aksine, insan itaatsizlik edebilme, kötülük yapabilme veya iyilikte bulunabilme özgürlüğüne sahiptir. Bu nedenle insanın Allah’a itaati, diğer varlıkların itaatinden daha değerli ve anlamlıdır.

Kur’an ve Allah’ın Dileği

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” ayeti, çoğu zaman yanlış anlaşılır. Oysa bu ayet, bizim irademizin Allah’ın iradesinden bağımsız olmadığını, ancak Allah’ın Kur’an’ı bize indirerek bizden öğüt almamızı ve iyi yolda olmamızı dilediğini gösterir.

Nisa Suresi 26. ayette Rabbimiz, dileğini açıkça belirtir: “Allah size bilmediklerinizi bildirmek, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve doğruluğa dönerek günahlarınızı bağışlamayı diliyor.”

Allah’ın dileği, bizim yoldan çıkmamız ve kötülük yapmamız değildir. Aksine, bizi doğru yola sevk etmek, iyiliğe çağırmak ve kötülüklerden sakındırmaktır. Bu nedenle evlerimizde bulunan Kur’anlar, aslında Rabbimizin bize sunduğu bir yoldur. Kur’an’ı okumayı ve yaşamımıza uygulamayı dileyen insan, aynı zamanda sorumluluk sahibi bir Müslüman olduğunu da gösterir.

Kur’an, Rabbimizin sözüdür. Bize iyiliğe koşmayı ve kötülükten kaçmayı öğreten, merhamet dolu bir rehberdir. Öyleyse, bu değerli kitaba küsmek yerine, onunla bağ kurmayı ve şifa bulmayı dilemeliyiz.

(31)O, dilediği kimseyi rahmetine sokar. Zalimlere ise elem dolu bir azap hazırlamıştır.

Buradaki “zalim” ifadesi, yüce Allah’a karşı zalimlik yapan bir kişi değildir. Çünkü hiçbir kul Allah’a zalimlik yapamaz. Buradaki zalim; malını başkalarıyla paylaşmayan, yaptığı iyiliklerden karşılık bekleyen ve öncelikle kendine, sonra da çevresindekilere kötülük eden kişidir. Bu kişi Rabbini ve O’nun rahmetini dilemez, O’nu istemez.

Rabbimizin Rahmetini Nasıl Dileriz?

Zalimlerden olmamak ve Rabbimizin rahmetini dilemek için ne yapmalıyız? Bu sorunun cevabı, Alak Suresi’ndeki ilk ayet olan “Oku!” emrindedir. Hayatımızdaki her olayı ve her durumu okuyup, ayetleri öğrenerek hayatımızda yaşatmalıyız.

Öfkelendiğimizde veya yalnız hissettiğimizde Duha Suresi 3. ayeti hatırlamalıyız: “Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı.” Bu ayet, kalbimize huzur ve güven verir.

Bu dünyanın yükü altında ezildiğimizde, Rabbimiz yanımızda olduğu sürece her şeyin dolu ve anlamlı olduğunu, O yoksa her şeyin boş olduğunu bilmeliyiz.

Rabbimizden ayetlerini hayatımıza uygulamayı dilemeliyiz. O, bizlere seçme hakkı vermişken, bizler bir kul olarak O’nu mu, yoksa malı, mülkü, dinlenmeyi ve keyfi mi diledik? Maalesef çoğu zaman, seçme durumunda Allah’ın yolu dışında ne varsa onu tercih ettik ve O’nun yolundan kolayca vazgeçtik. Namaz mı, gezmek mi; Kur’an okumak mı, eğlence mi; fakirlere yardım mı, zenginlerle sohbet mi diye sorulduğunda, çoğumuz yanlış seçimler yaptık.

İnsan Suresi’nden öğrendiğimiz en önemli ders, nasıl insan olunacağıdır. Bu surede anlatılan ayetleri hayatımıza uyguladığımızda, Rabbimizin gözünde değerli bir “insan” oluruz. Rabbim, bizleri ayetlerini hayatına uygulayanlardan eylesin.

Sevgilerimle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir