(5)İyiler ise, katkısı kâfur olan içecekler dolu bir kadehten içerler.
Kafur, Kur’an’da geçen bir maddedir. Bazen hoş bir koku veya lezzetle ilişkilendirilse de, Kur’an bağlamında, iyi işler yapanları bekleyen saf ve mükemmel bir niteliği ifade eder.
“Ebrar” Kimlerdir?
Rabbimiz, sürekli iyilik yapanlara, Kur’an aracılığıyla görerek ve işiterek Allah’a giden yolu bulanlara ve hayatlarını Allah’a layık bir şekilde kulluk yaparak geçirenlere Ebrar der.
Bir Müslüman, Ebrar’ın ta kendisi olmaya, yani çok iyilik yapmaya gayret etmelidir. Eğer bir kişi “Ben Müslümanım, yeterli” deyip iyilik yapmaktan geri duruyorsa, o kişi gerçekten Ebrar olamaz. Böyle bir iddia sadece dilde kalır ve nihayetinde bir işe yaramaz.
Şu benzetmeyi düşünün: Evinizde bir sürü yemek yapma malzemesi olabilir. Ama eğer basit bir makarna bile yapmıyor, onun yerine açlıktan şikayet ediyorsanız, o malzemeler size faydalı olur mu? Hayır, sadece orada dururlar, kullanılmazlar.
Aynı şekilde, biz de her gün Kur’an’dan ayetler öğreniyoruz. Ama eğer öğrendiklerimizi hayatımıza uygulamazsak, eğer Ebrar olmazsak ve Rabbimizin razı olduğu şeyleri yapmazsak ne olur? O zaman, bilgisi olup da gereğini yapmayan, yukarıdaki ayette bahsedilen insanlar gibi olma riskini taşırız. Ancak, Rabbimizin emirlerini öğrenir ve onları hayatımıza dikkatle uygularsak, Ebrar’dan oluruz.
(6)Bir pınar ki Allah’ın kulları ondan içer, onu (istedikleri şekilde) fışkırtıp akıtırlar.
Abdullah ve İbadullah: Allah’ın Kullarına Cennet Vaadi ve Dünya Hayatının Aldatıcılığı
“Abdullah” kelimesi, Allah’ın günahkar veya iyi ayrımı yapmaksızın tüm kullarını kapsarken, “İbadullah” kelimesi ise Allah’ın has kullarını, yani Salih amel (güzel davranış) işleyen, gerçek müminleri ifade eder. Bunlar, iyilikler ve güzel davranışlar yapmaya doyamayan, tıpkı bir pınar gibi iyilikten iyiliğe koşan, hiç durmadan güzel yollar açan kişilerdir. Nisa Suresi 85. ayette buyrulduğu gibi: “Kim güzel bir işte aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır.” Bu kimseler, güzel işlerde aracılık etmiş, güzel yollar açmış ve çevrelerine güzel örnekler olmuşlardır.
Peki, bu özel kullar cennette ne yaparlar? Cennette pınarları fışkırtırlar, yani istedikleri gibi akıtırlar. Bu öyle bir pınardır ki, istedikleri yere götürebilir, istedikleri kadar karıştırabilir ve diledikleri kadar akıtabilirler. Çünkü onlar dünyada güzel yollar açan, güzel örnek olan insanlardı; hayra ve ilme yönelik faydalı işler yapıyorlardı. Bizim gibi boş işlerde vakit harcamıyor, iyilik yapmak için kırk dereden su getirmiyorlardı.
Burada geçen “tefcir” kelimesi, gürül gürül akıtmak, fışkırtmak demektir. Ayete dikkat edelim: Bu Kafur denilen kaynaktan istedikleri kadar akıtıyorlar. Rabbimiz “o kaynak sürekli akıyor” demiyor. Burada çok güzel bir ilke var: Lüzumsuz akıtma yok. Akıtma kontrolü cennetliklere veriliyor. Bu hem çok değerli içeceği istediği kadar akıtmasının hem de içeceğin lüzumsuz yere akmadığını bize gösteriyor. Yani anlayacağımız, cennette bile israf yok, atık yok, çöp yok. Cennetteki insanlar zaten dünyada israf etmezlerdi ki; ne kendine, ne hayatına, ne malına, ne zamanına boşa harcamazlardı.
Bir pınar ki, Allah’ın kulları onu içer, fışkırtmakla fışkırtır. Ne kadar güzel, öyle değil mi? Cennet ayetleri insanın içine bir ferahlık veriyor. Ancak maalesef toplumumuzda, başımı eğerek söylüyorum ki, kafirler de Müslümanlar da bunu bilmiyor. Cenneti ve Cehennemi layıkıyla tanımıyorlar. Çünkü Kur’an’ı bilmeyen bir toplumun cenneti ve cehennemi bilmesi mümkün değildir. “Biliyoruz işte, abartma” demeyin bana. Eğer cenneti ve cehennemi gerçekten tanısaydık, bugün inanın çok farklı olurduk. “Dünyaya kul köle olmak ne ola ki? Dükkana, tezgaha, televizyona, telefona bağlanıp kalmak ne ola ki?” derdik. Dünyanın geçici zevklerinin peşine takılmak ne ola ki derdik ve sahip olduklarımıza bu kadar çok bağlanmazdık. Gerçekten cennet ve cehennemi tanısaydık, şu zevk dediğimiz şeylerin, zevk bildiklerimizin gerçek zevki kalır mıydı?
Maalesef insanlara cenneti biz Kur’an öğrencileri bile tanıtamadık, duyuramadık. Biz kendimiz tanımadık ki insanlara anlatalım, hayatımıza o kadar da uygulamadık. Bu da kendi kusurumuzdur.
Sorumluluğumuz: Kur’an Öğrencisi Olmak
İşte artık bu kusurumuzu kapatalım. Bir Müslüman Kur’an öğrencisi olmalıdır, ölene kadar Kur’an öğrencisi olmalıdır. Bunu yapmalı, öğrenip öğrenip çevresine anlatmalıdır. Yoksa bizler bu ayetleri tanımazsak ve tanıtmazsak, çevremizdeki kötülükler arttığında hiç ağlamayalım. “Bizler bir şey yapmadık ki” diyelim.
Bu ayeti tam da bilemedik: Al-i İmran Suresi 185. ayet: “Her nefis ölümü tadacak. Mükafatları ancak kıyamet günü tamamlanacak. O zaman kim ateşten uzaklaştırılır da cennete konulursa, işte o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Yoksa dünya hayatı aldatıcı bir faydadan başka bir şey değildi.” Bizler dünya hayatının aldatıcı bir faydadan başka bir şey olmadığını bilemedik. Bakara Suresi 25. ayetteki gibi iman edenlerden olduk olmasına da, Salih ameli yapmadık. Bakara Suresi 25. ayet: “İman edip Salih ameller işleyenlere ise müjde ver; onlar için altından ırmaklar akan cennetler var.” Görüyorsunuz, öyle değil mi? Sadece iman etmekle kaldık, Salih ameller (iyilik yapma) konusunda maalesef fire verdik.
Rabbimizin İbrahim Suresi 24. ayette hepimizin anlayabileceği kolay bir misali vardı bize, kolay bir örneği vardı bize: “Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi? Güzel bir sözü, kökü yerde sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti. Yemişlerini Rabbinin izniyle her zaman verir. Ve Allah insanlara böyle benzetmeler yapar ki kavrayıp düşünsünler.” En güzel söz Rabbimizin sözü değil miydi? Rabbimizin sözlerinden güzel meyveler nasıl bir ağaçtan çıkıyorsa, bu Kur’an’ı okuyan bizlerden de, bu “Müslümanız” diyen bizlerden de güzel davranışlar, adil davranışlar, iyilikler çıkmalıydı, değil mi? Güzel meyveler olmalıydı ama nerede? Gerçekten de Kur’an’ı tam tanıyamadık, cenneti cehennemi tanıyamadık. Tanısak da ciddiye almadık. İşte ciddiye alan kullar ne yaparlarmış bakalım:
(7)O kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar.
Gerçek Korku ve Sorumluluklarımızı Gözden Geçirmek
Kur’an’da cennetlik insanlar olarak tanımlanan “ebrar” (iyilik yapanlar), şerri yaygın olan bir günden, yani Kıyamet gününden korkarlar. Bu korku, onları günlük hayatlarında yükümlülüklerini sürekli olarak yerine getirmeye iter. Arapça’da bu kelimenin geniş zaman kipiyle kullanılması, bu sorumlulukların bir defalık değil, her zaman yapılması gerektiğini vurgular.
Aslında “adak kurbanı” gibi tek seferlik eylemler, bu sürekli sorumluluğu tam olarak karşılamaz. Ebrar olanlar, İslam’ı ciddiye alan, sorumluluktan kaçmayan, emek veren ve tüm bunları içtenlikle yapan kişilerdir. Onlar, yaptıkları her işte, söyledikleri her sözde Allah’ın rızasını gözetirler. Çünkü hesap gününde başlarının öne eğilmesinden ve cehenneme sürüklenmekten korkarlar.
Bizim Korkularımız Neler?
Peki bizler hayatımızda neyden korkuyoruz? Kıyamet korkusunun yerini, genellikle dünyalık endişeler almıştır:
Aç kalma korkusu
İşimizi veya evimizi kaybetme korkusu
“El alem ne der?” korkusu
Bu korkular, Kıyamet korkusundan daha ağır basıyorsa, gerçekten de Kur’an’da bahsedilen cenneti hak eden ebrarlardan mıyız sorgulamamız gerekir.
Dünyalık Korkular ve Ahiret Kaybı
Unutmamalıyız ki, bir insan neyden korkarsa ona karşı daha hassas ve titiz davranır. Köpekten korkan onun olduğu yerden geçmez, hırsızdan korkan değerli eşyalarını saklar. Biz de dünyalık korkularımıza bu titizliği gösteririz. Oysa dünyalık bir kaybın telafisi olabilir veya en nihayetinde geçicidir. Ancak ahireti kaybetmek, yani Allah’ın rızasını kaybetmek, en büyük kayıptır. Sonsuz bir hayatı kaybetmekle geçici dünya hayatını kaybetmek bir tutulamaz.
Öyleyse, hayatımızdaki korkuları gözden geçirmeli ve dünyevi endişelerin ahiret korkusunun önüne geçmesine izin vermemeliyiz. Gerçekten de Müslüman olmak, sadece dilimizle söylediğimiz bir sözden ibaret değildir. Müslüman, kendi keyfine göre değil, Kur’an’daki Müslüman tanımına uygun bir kul olma yolunda ilerleyendir.
(8)Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler.
Gerçek İyilik: Sevdiğinden Vermek ve Paylaşmak
Kur’an’da cennetlik insanlar olarak tanımlanan ebrar (iyilik yapanlar), sahip oldukları şeylere karşı duydukları sevgiye ve kendi ihtiyaçlarına rağmen paylaşmaktan çekinmeyenlerdir. Onlar, yoksula, yetime ve esire, yani en muhtaç kişilere kendi ihtiyaçlarını dahi göz ardı ederek yardım ederler.
Bu insanlar, Zariyat Suresi’nde belirtilen, “Mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için bir hak vardır” ayetini çok iyi bilirler. Bu nedenle, verdikleri şeyleri kendilerine ait bir iyilik olarak görmezler. Aksine, verdikleri şeyin içinde, muhtaç olanların hakkı olduğunu düşünürler. Yardım ettikleri kişiden teşekkür veya karşılık beklemezler, çünkü aslında o hakkı sahibine teslim ettiklerine inanırlar. Bu durum,Yasin Suresi’nde bahsedilen, Allah’ın verdiği rızıklardan hayra harcamaları istendiğinde, “Allah’ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?” diyen ve iyiliği sapıklık olarak gören inkârcıların tavrıyla tamamen zıttır.
İyiliği İnsanlık Yapan Özellik
İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri, ihtiyacı olmasına rağmen sevdiği şeyleri paylaşabilmektir. Hayvanlar, aç olduklarında yiyeceklerine saldırırken ve onu diğerlerinden korurken, ebrar olan insanlar tam tersini yapar.
Rabbimiz, bizi sevdiğimiz şeylerin kölesi olmaktan korumak için paylaşmamızı ister. Sahip olduğu malı çok sevmesine rağmen paylaşmayan kişi, o malın kölesi haline gelir. Oysa bir şeyden vazgeçebilmek, onun efendisi olmaktır.
Değersiz şeyleri vermek kolaydır: Eski, kullanılmayan veya artık gözden çıkarılan eşyaları vermek kolaydır. Bu, gerçek bir fedakârlık değildir.
Sevilen şeyleri vermek zordur: En yeni kıyafetini, en değerli eşyanı veya en sevdiğin yiyeceği vermek ise zordur. Rabbimiz, Ali İmran Suresi’nde “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliğe eremezsiniz”diyerek, bu zorluğun önemini vurgular.
Bu infak sadece parayla sınırlı değildir. Değer verdiğin bir şeyden, örneğin zamanından, ilminle bildiklerinden veya sevginden de verebilmelisin.
Kime ve Nasıl Verilmeli?
İnsan Suresi’nde geçen “miskin” kelimesi, sadece parasızlığı değil, yoksulluğun mesken tuttuğu, hiçbir şey yapamayan kişileri ifade eder. “Yetim” kelimesi ise sadece anne-babasından yoksun olanları değil, ilgi, sevgi, bilgi gibi herhangi bir nimetten yoksun olan herkesi kapsar. “Esir” ise günümüz dünyasında madde, şehvet veya borç esareti gibi zor şartlar altında yaşayanları ifade eder.
Ebrar olmak, bu kişilerin yoksunluklarını gidermekle mümkün olur. Yardımın şekli de önemlidir. Bakara Suresi’nde belirtildiği gibi, “kazandıklarınızın ve yerden çıkardıklarımızın temizlerinden verin.” Rabbimiz, kendi göz yummadan almayacağımız pis veya değersiz şeyleri vermemizi istemez. Çöp kenarına bırakılan yardımlar yerine, kendimize nasıl bir hediye verilmesini istiyorsak, öylece vermemiz gerekir.
Tüm bu yardımları yapan ebrar insanlar, karşılık beklemezler. Tek beklentileri, Allah’ın rızasıdır. Bu, güçlü bir iman ister ve böylesi bir imana sahip olanlara selam olsun.
(9)(Yedirdikleri kimselere şöyle derler:) “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.”
Karşılıksız İyilik: Allah Rızası İçin Vermek
Gerçek iyilik yapanlar, yani ebrar olanlar, yardım ettikleri kişilerden herhangi bir karşılık, teşekkür veya minnet beklemezler. Onlar, yaptıkları iyiliğin karşılığını sadece Allah’tan umarlar. Hatta iyilik yaptıkları kişilere “Biz sizi sadece Allah rızası için doyuruyoruz, sizden ne bir karşılık ne de teşekkür bekliyoruz” derler. Bu, onların bir varlık olarak değil, bir “insan” olarak değer kazandıklarının bir göstergesidir. İnsan, “gören ve işiten” olunca Rabbini tanır ve teşekkür bile beklemeden iyiliklere koşar.
İyilik Yaparken İnsan Onurunu Korumak
Allah, iyilik yapanların iyilik ettikleri kişileri ezmesini, mahcup etmesini veya onların onurunu kırmasını istemez. Bu nedenle, yaptığımız iyilikler sayesinde insanların bize borçlu hissetmesine, karşımızda şahsiyet kırılması yaşamasına ve bize köle gibi davranmasına sebep olmamalıyız. Rabbimiz, insanı şahsiyetli bir varlık olarak yaratmıştır ve iyilik yaparken bu şahsiyeti zedelemememiz gerektiğini belirtir.
Bir iyiliğin karşılığını insanlardan beklemek, o ödülü dünyada istemek demektir. Oysa gerçek mümin, ödülünü ahirete bırakır ve sadece Allah’a yakınlık ister. İyiliklerini bir topluluğa adam toplamak, gösteriş yapmak, “hocam” denilmesi ya da “iyi insan” olarak anılmak gibi dünyevi amaçlar için yapanlar, maalesef iyiliğin ruhundan uzaklaşmışlardır.
Başa Kakmak ve Güzel Söz
Yaptığı iyiliği başa kakan, karşısındakini inciten bir kimsenin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan kayaya benzer. Şiddetli bir yağmur geldiğinde üzerindeki toprağın tamamen gitmesi gibi, başa kakarak yapılan iyilikler de ahirette bir karşılık bulmaz ve boşa çıkar. Rabbimiz, böylesi bir davranış yerine, “başa kakarak incitme gelen sadakadan daha hayırlı olan tatlı bir dil ve bağışlama”yı emreder.
İnsanları Allah’a çağıran, O’nun ayetleriyle amel eden ve iyilik yapanların sözü en güzel sözdür. Bu söz, iyiliğe teşvik eden güzel bir söz, güler yüz ve tatlı bir dildir. İnsanları Allah’a çağırmak, ancak O’nun emirlerine uygun bir hayat sürerek ve örnek davranışlar sergileyerek mümkün olur.
Rabbimiz, iyilik yapanlara bolluk ve bereket vaat eder. Allah rızasını isteyerek yapılan küçük bir iyilik bile, bir tepe üzerinde yeşeren bahçe gibi iki kat ürün verebilir.
Peki, iyilik yapmaya kimden başlamalıyız? Kur’an, Nisa Suresi’nde bu konuda bir sıralama verir:
Ana ve baba
Akrabalar
Yetimler
Yoksullar
Yakın ve uzak komşular
Yanımızdaki arkadaşlar
Yolda kalanlar
Ve sahip olduklarımız…
Bu sıralamada en çok ihtiyacı olana öncelik vermeliyiz. Eğer iyilik yapmaktan kaçınır ve başkalarının dertleriyle ilgilenmek istemezsek, Allah’ın kendini beğenip böbürlenenleri sevmediği uyarısıyla karşılaşırız. İnfak edeceğimiz şey ise, Bakara Suresi’nde belirtildiği gibi ihtiyaçtan fazlasıdır. Ancak ihtiyaçlarımız hiç bitmediği sürece infak edecek bir şey bulmak zorlaşır. Bu yüzden ne israf ne de cimrilik etmeden, orta yolu bulmak esastır.
Son olarak, iyilik yapmamızın önündeki en büyük engel şeytandır. Şeytan bizi fakirlikle korkutarak cimriliğe ve bencilliğe teşvik ederken, Allah lütfundan bolluk vaat eder. Bizim tercihimiz ise, şeytanın korkularından sıyrılıp Allah’ın vaadine güvenmek olmalıdır.